TÜRKİYENİN EĞİTİM SORUNU NEDİR?
Mak. Yük. Müh. Ahmet YALVAÇ
Sevgili ANAYURT
Okurları, Türkiyede eğitim konusu ve eğitimin sorunları da,zaman zaman içinde olduğum, kafa yorduğum konulardan bir
tanesidir.
Son zamanlarda Öğrenci
Seçme ve Yerleştirme Merkezi ÖSYM tarafından yapılan sınavlarda , kopya ve
şifreleme iddialarıyla yaşanan güven
bunalımı ve öğrencilerin mağdur olmaları ile Türkiyenin gündemine oturan eğitim
sorunlarını, değişik açılardan masaya yatırmak, eğitimin şekli ve kalitesi
hakkında bir şeyler söylemek ve bazı önerilerde bulunmak istiyorum.
ÖSYM de yaşanan
olaylarla Türkiyenin gündemine oturan eğitim sorunu,benim bukonuyu öne almama
vesile oldu.
ÖSYM de yaşanan
kopya ve şifreleme iddiaları ile bazı öğrencilerin mağdur olmaları,ve sisteme
duyulan güvenin sarsılması elbette çok vahim bir durum. Ama benim üzerinde
durmak istediğim asıl konu bu değil
Eğitim konusunda
yaşanan sorunları ve çarpıklıkları kısaca özetledikten sonra,bu iddialar
hakkında da görüşlerimi açıklayacağım.
Ben her yıl sayıları
gittiçe artan öğrencileri mevcut sistemle sınava sokmanın ve alınan neticeye
göre bir Eğitim Kurumuna yerleştirmenin,ne yığılmayı önleyeceğine,nede eğitimin
kalitesini yükselteceği kanaatinde değilim..
Güvenlik önlemlerin i
ne kadar artırırsak artıralım, sorularıda o oranda zorlaştıralım.Ama sonuçta
çok az kişi eğitim imkanından yararlanabiliyorsa, yada mezun olduktan sonra bir
işe giremiyorsa,öğretmenin bile tayini yapılamıyorsa, ortada önemli bir sorun
var demektir.
Eğer mezun olan
öğrenciler, iyi yetişmedikleri için iş bulamıyorlarsa, buda ayrı bir sorun.
Demek istediğim
şudurki,biz eğitim konusunda da şu anda bilgisayar ve daha başka ileri
teknoloji imkanlarından yararlanıyor isekte, kalite yönünden 20-30 yıl
öncesinin daha gerisindeyiz. Bu konuyuda örneklerle ortaya koymaya çalışacağım.
Yani eğitim konusunda da çağ atlamadık; olsa olsa ip atladık
Öğrenciler ÖSYM
sınavlarına hazırlanırken,değişik şekillerde üçgen proplemlerini,geometrik
şekilleri, havuz proplemlerini, hız proplemlerini, karışım proplemlerini….vs yi
öğrenmeye çalışıyorlar. Eğer sınava girdiklerinde belirlenen süre içerisinde
yeteri kadar soruyu doğru olarak cevaplandıramazlarsa, iyi bir üniversiteye
girebilme hayali başka bir bahara kalabilir.
Bu gibi proplemler
bizim genel kültürümüzü artırır, ve beynimizi zinde tutabilir ama, normal
yaşantımızda bu gibi proplemlerle pek işimiz olmaz. Bu nitibarla bir Eğitim
Kurumuna girebilmek için bu sorular için uzun bir zaman ayırmak,en azından bir
israftır
Sonra, seçtiğimiz
branşa dayalı olarak bunlardan bazılarıyla işimiz olabilir. O zaman zaten daha
teferruatlısını öğreniriz.
Burada vurgulamak
istediğim husus şu dur:
Mevcut sisteme göre
en yüksek poanı alan öğrenciler,ya mühendislik bölümlerini,yada tıp
fakültelerini tercih ediyorlar
Burada sorum şu:
Belli bir zaman
dilimi içerisinde en fazla soruyu doğru olarak cevaplayan kişi,aceba kendi
dalında en başarılı mühendis, yada en başarılı doktor olabilir mi?
Bence olamaz.Çünkü
sabırlı olmayan,ince işlere doğuştan yetenekli olmayan kişi, ne hassas bir
alet, yada makine yapabilir,nede zor bir ameliyatı başarıyla yapabilir!
Benim öncelikle
önerim şudur:
Uzmanlık alanları
eğitim metodu olan kişiler,başta Almanya, Fransa,İngiltere,Amerika Birleşik
Devletleri, Japonya…vs gibi gelişmiş ülkelerde uygulanan sınav ve eğitim
sistemini araştırmalı,hazırlanan raporları topluma sunmalı,daha mükemmellerinin
ortaya çıkması için , konu tartışmaya açılmalıdır.
Bizde eğitimde dahil
olmak üzere, daha bir çok konuda yapılan ve reform adı altında topluma lanse
edilenkonular, maalesef birileri tarafından hazırlanıp, Hükümet tarafındanda
uygulamaya konulmaktadır.
Reform diye sunulan
bilgi ve uygulamalar,maalesef tartışmaya açılmıyor. Ve ben yaptım oldu mantığı
ile hareket ediliyor.Ve maalesef bu işin başını mnçeken kişi yada kişilerin
konularında ne kadar uzman olup olmadıklarınıda bilmiyoruz.
Almanyada,Fransada,İngilterede, Amerikada, Japonyada bizde olduğu gibi
Yüksek Öğretime giriş sınavlarında bir yığılma var mı,mezun olan öğretmenlerde
açıkta kalma durumu var mı, mezun olunan diğer branşlarda iş bulmada bir sorun
yaşanıyor mu? Bütün bunların Halkımıza anlatılması lazım
Meselenin özü şu:
Bizim, Almanya ,
Fransa, İngiltere, Amerika,Japonya, Çin … vs gibi gelişmiş ülkelerin seviyesine
çıkmak, hatta onları aşmak gibi bir niyetimiz, bir çabamız
olmadığından,buralarda uygulanan yöntemlerden de yararlanmıyoruz.
HERKESİN MÜHENDİS
YADA DOKTOR OLMASINA GEREK VAR MI?
Toplumda mühendise,
doktora ihtiyaç olduğu ğibi,iktisatçıya,, maliyeciye,avukata,,
elektrikçiye,kunduracıya,, fırıncıya, kaynakçıya,mobilyacıya kadar her
meslekten insana ihtiyaç var.
Yukarda saydığım
meslek guruplarında da eğitime çok önem vermemiz lazım.Bu husus Toplumun temel
sorunu
Bizde maalesef mesleki eğitime önem
verilmiyor.Bu ve benzeri meslek guruplarında faaliyet gösteren kişilerin büyük
bir çoğunluğunun bir okulda eğitim gördüğünü söylemek maalesef mümkün değil.
Bu itibarla
Toplumdaki bütün sorunların eğitimle halledilebileceğine öncelikle
inanmak,sonrasında da ,eğitim sistemimizi Toplumun ihtiyaçlarını en mükekemmel
karşılayacak şekilde organize edersek, tüm sorunlar kendiliğinden çözülür.
Almanyada
öğrencilerin ilerde hangi branşlarda eğitimlerine devam edecekleri,daha temel
eğitimde belirleniyor.Meslek eğitimine daha elverişli olanlar kısa yoldan
dönüyorlar. Araştırmacı kabiliyete sahip olduğu tesbit edilenler, liseye devam
ediyorlar. Ve böylece üniversite sınavlarında bir yığılmada olmuyor.
Diğer gelişmiş ülkelerdede buna benzer yöntemlerin olduğuna
inanıyorum. Bu itibarla uzmanlık alanı eğitim metotlkarı olan kişilerin, diğer
gelişmiş ülkelerdeki uygulanan yöntemleri araştırıp, tartışılmak üzere Toplumun
önüne koymaları lazım.
Sorun,hangi öğrencinin kabiliyetinin
hangi yönde olduğunü tam olarak tesbit edebilmek. Bununda ipuçlarını değişik
şekillerde burada ortaya koymaya çalıştım.
LİSELERDE
MEYDANA GELEN YIĞILMALAR
ÖSYM sınavlarına katılan
öğrencilerin sayılarında her yıl artış yaşanması,yeni liseler açılmasına
devamedilmesinden, dolayısıyle liselerden mezun olanların sayılarının
çokluğundan kaynaklanmaktadır.
Öğrencilerin
velileri de, çocuklarının ileride doktor, mühendis, iktisatçı…vs gibi toplumda
saygın olan bir meslek eğitimini alabilmeleri için, liseleri tercih ediyorlar.
Bence böyle bir tercih yanlış.
Önemli
olan,insanların kabiliyetlerine en uygun bir meslek dalını seçmeleridir.Eğitim
sistemininbaşında bulunanlar ise, böyle bir sistemin kurulmasına öncülük
etmelidir.
MESLEKİ
EĞİTİMDE İHMAL VE GERİLEME
Biz liselere önem
verdiğimiz kadar, meslek okullarına ve mesleki eğitime önem vermiyoruz Öğrenci
velileride çocuklarının havası düşük olur gerekçesi ile bu okullara pek pek
rağbet etmiyorlar.
Bu gün Endüstri
Meslek Lisesi diye adlandırılan okulların adları, eskiden Sanat Okulları idi
Modaya uymak için bu Okulların adını Endüstri Meslek Liseleri yaptık
Eskiden bir Sanat Okulunu bitiren
öğrenci kendi dalında iyi bir kaynakçı,iyi bir elektirikçi, iyi bir motorcu
olurdu….vs.Baş vurduğu her yerde rahatlıkla iş bulurdu Bu gün maalesef böyle
bir kalite yok
Sanayimizde kaliteli
ara elemanı bulmakta zorluk çekiyor.
İNGİLİZCE YADA BAŞKA BİR DİLDE EĞİTİM YAPMAK ŞART MI?
Bu gün ANADOLU
Liseleri diye adlandırılan ve İngilizce ile eğitim yapan liseler türedi Velilerde bu Okullara çok rağbet ediyorlar..
Bir yabancı dil bilmek
güzel bir şey ama, asıl olan kendi branşında başarılı olmak!
Örneğin bir elektrikli
ev aletiniz bozulduğunda, götürdüğünüz tamircinin öncelikle İngilizce bilip
bilmediğinimi sorarsınız, yoksa tamir işini iyi yapıp yapamayacağını mı ön
planda tutarsınız?
Bizim hayatımızda
etkin olan husus ;hep özenti. Mantık genelde ikinci planda..!
Konu ile ilgili
olarak sizlere burada ilginç bir hikaye anlatmak istiyorum.
Ankarada Beşevler
semtinde bir Teknik Eğitim Fakültesi var. Burada Endüstri Meslek Liselerinde
ders verecek öğretmenler yetiştiriliyor.Burada alınan eğitimin konusu ile
ilgili olarak çok güzel laboratuarlar, alet ve makinelar , tezgahlar var.Burada
her Bölüm sanki bir fabrika gibi. Seri olarak üretimde yapılabilir. Aslına
bakarsanız; bu atölyelerin ve sistemin kuruluşunda böyle bir amaçta varmış.
Ben Yüksek Lisans
Tezini hazırlarken buradaki teknik imkanlardan da yararlandım.Orada çok sayıda
Eğitim Görevlisi Hoca arkadaşım da var.Şimdi anlatacağım hikaye Talaşlı imalat
ve Döküm Bölümü ile ilgili.
Talaşlı İmalat Bölümünde eğitim gören öğretmen
adaylarının sayısı 15-20,belki 25 Halbuki Atölyede 70-80 tezgah var. Niye
burada bu kadar az öğrenci var diye sordum.Verdikleri cevap şu idi:
İngilizdeden başarılı olanlar çok az
olduğundan öğretmen adayları, Okula giriş sınavlarında çok eleniyorlarmış. Bu
yüzden orada eğitim gören öğretmen adaylarının sayusı okadar azmış.!
Öğretmen adayları
ilede konuştum. Bunların bir kısmı lise çıkışlı. Dolayısı ile daha torna, tesviye tezgahlarını bile
doğru dürüst kullanmasını bilmiyorlar. Ama bunlar, Endüstri Meslek Liselerinde benzer konülarda ders verecekler.
Durum çok vahim !
Önceleri bu Okullara
Endüstri Meslek Liselerinden mezun olanlar girebiliyolarmış, şimdilerde
liselerden mezun olanlarda girebiliyorlarmış.
Şimdilerde
iingilizce şartı konmuş ama, eğitimde kalite ve başarı düşmüş
Bilahare orada bir
makine yapmak istedim. Malzemeleri de ben karşılıyordum. Sonuçta ne
Torna-Tesviye Atölyesinden, nede Döküm Bölümündeki imkanlardan yararlanabildim.
İşin en basit kısmını bile yapamadılar. Sonuçta malzemelerimi toplayıp götürdüm
ve OSTİM de sanayi bölgesinde yaptırdım.İşte
eğitimde yaşanan sorun bu.
Sözümü burada tekrar ediyorum;eğitimde
amaç,çat pat İngilizce bilen öğrenciler, yada öğretmenler yerine,hayatta yada
kendi branşlarında başarılı öğrenciler ve öğretmenler mi yetiştirmek daha
doğru.! ?
İLGİNÇ BİR HUSUS
Söylediklerine
göre,yukarda sözünü ettiğim Teknik Eğitim Fakültesindeki Atölyeleri ve
Dökümhaneyi de Almanlar kurmuş. Eğitimin aslı, Döner Sermaye ile çalışan,
piyasayada iş yapan ve üretim esasına dayanan uygulama ağırlıklı bir eğitim
sistemi imiş.
Önceleri bu Okullarda
bu sistemle çok iyi öğrenciler ve öğretmenler yetişmiş, hemde herkes çok parada
kazanmış.Ama her nasılsa bu sistemden sonraları vazgeçilmiş
Ben eskiden Döküm
Atölyesi olan yerde ocak kalıntılarını,ateş tuğlalarını ve tuğla topraklarını
gördüm ve çok hüzünlendim
Bizde birileri iyi
bir başlangıç yapıyor,sonradan gelenler işi geliştirecekleri yerde, daha önce
yapılanları durduruyorlar, yada yok ediyorlar.Ve en önemlisi de bir şey
bildiklerini, bir şey yaptıklarını sanıyorlar.NİÇİN BULUNMAMIZ GEREKEN YERDE
DEĞİLİZ başlığını taşıyan makalemi
okursanız bu gibi hususların nedenlerini öğrenirsiniz.
KÖY ENSTİTÜLERİ
İş yapan,üreten
insanlar yetiştirme amacına yönelik olarak kurulan,daha sonraları kapatılan bu
Okullar tekrar Türkiye nin gündemine oturmalı, tartışılarak daha
mükemmellerinin kurulması sağlanmalıdır.
Köy Enstitülerinin
hakkında Halkımız pek bir şey bilmiyor. Bu konuda birkaç TV proğramının yapıldığını
biliyorum. Bunlardan bir tanesi CEVİZ KABUĞU nda idi. Bu proğramlar
tekrarlanmalıdır.
İleri bir tarihte
Eğitimde, bilhassa da Mühendislik Eğitiminde kalitenin ve başarının nasıl
artırılabileceği hususunda yıllar öncesinde yaptığım çalışmalardan da bahsetmek
istiyorum.
ÖSYM DE ŞİFRE
VE KOPYA İDDİALARI DOĞRUMU?
Öğrenci Seçme ve
Yerleştirme Merkezi önceleri Türkiyenin en güvenli Kurumlarından bir tanesi
idi.Şimdi burada da güvenin kaybolduğunu,düzenin bozulduğunu görüyoruz.
Eğer Siyasi
İktidarların kafalarının arkasında gizlenmiş bir amaçları varsa,ÖSYM de de,
başka Kurumlarda da her şey olabilir.
ÖSYM de
şifreleme,kopyalama işi varsa,bu iş birkaç kişi ile yapılamaz. Çok sayıda kişi
ile yapılabilir.Bu organize bir iştir.
Bu işin başında
bulunan sayın Prof Dr Ali DEMİR in bu kadar şaibeden sonra istifa etmesinin en
doğru iş olacağına inanıyordum. Ama istifa etmediğine göre, bu işin arka
planında çok önemli hususların olduğuna inanıyorum.
Daha ilk başta, sayın
Cumhurbaşkanımız Abdullah GÜL ün, Meclis Başkanı sayın Mehmet Ali ŞAHİNi in,
ÖSYM nin Başkanının açıklamalarına tatmin oldum diyerek, onun arkasında
durmalarını doğru bulmuyorum. Aynı şekilde sayın Başbakanımızında, ÖSYM
Başkanının arkasında olduğu anlamına gelen ifadeler kullanmasını da doğru
bulmuyorum.
(ANAYURT GAZETESİ
13 Mayıs 2011 Cuma)
***
TÜRKİYENİN EĞİTİM SORUNU NEDİR-2
Mak. Yük. Müh
Ahmet YALVAÇ
S ayın
Cumhurbaşkanının, Sayı Meclis
Başkanının, Sayın Başbakanın,ÖSYM Başkanının ardında durmalarının bir anlamı
var mı?
Sevgili ANAYURT
Okurları,bundan önceki yazımın son kısmında, ÖSYM nin yaptığı sınavlarda kopya
ve şifreleme iddiaları doğrunu sorusuna cevap bulmaya çalışmıştım. Bu
günde bu konuda kaldığımız yerden
başlayarak Eğitim konusundaki sorunları analiz etmeye devam edeceğim.
Devletin ve Hükümetin Üst Makamları, şaibeli ve Toplumun büyük bir
kesimini ilgilendiren bir konuda, bu sorunun odağında bulunan kişinin
açıklamalarına tatmin olduk deme yerleri değildir.Onlara düşen; böyle bir
konuyu yargıya taşımaktır
Şimdi sorunu
Cumhurbaşkanı,Meclis Başkanı ve Başbakanın tatmin olduk dedikleri bir konuda,
eğer yargıç bunun tamamen tersi olan bir sonuca varırsa nasıl bir durum ortaya
çıkar?Türkiye de hangi savcı yada yargıç,bu gibi Makamların ak dediğine kara
diyebilir? Eğer derse başına gelecekleri bilir. Zira bunun çok örneklerini
gördük.
Yoksa sayın
Cumhurbaşkanı, sayın Meclis Başkanı, sayın Başbakanın bende tatmin oldum
beyanatlarını;savcılara, yargıçlara bu işi kapatın şeklinde bir talimat olarak
mı anlamak lazım?
Sonunda beklenen
oldu. Yargı,kopya ve şifreleme yok dedi
Ne zaman sonra
Yüksek Öğrenim Kurumu Başkanlığı YÖK te, ÖSYM Başkanı sayın Prof Dr. Ali DEMİR
i sorguya çekti ve bu sorgulamadan da çok ilginç bir sonuç çıktı
Fatura işin başında
bulunan sayın Prof Dr Ali DEMİR e değilde,burada çöalışan 12 kişiye kesildi.Ve
bu kişilerin işten çıkarılmalarına karar verikmiş.
Gerekçe ise çok
ilginç:
Bu Kişiler kopyalana ve
şifreleme işini Basın- Yayına sızdırmışlar. Ve bu yüzden suçlu bulunmuşlar
ÖSYM de yaşanan kopya ve
şifreleme iddiaları, Eğitim Tarihimizde bir kara leke olarak yerini alacaktır
Halkımız, çıkan
sonuçtan tatmin olmamıştır.Ve büyük çoğunluk,Milli Eğitimde ve Polis
Teşkilatında F Tipi bir cemaat yapılanması olduğuna ve yapılan bir çok yanlış
işlerin böyle bir yapılanmadan
kaynaklandığına inanmaktadır. Böyle bir inanç ta kolay kolay değişmez.
Sayın Başbakanımız
önceki YÖK başkanlarını uygulamalarından dolayı her defasında yerden yere
vurur,ve YÖK ün lağvedilmesinin gerektiğini söylerdi. Nezaman ki eski
Cumhurbaşkanı degişti, yerine SayınAbdullah GÜL Cumhurbaşkanı oldu ve Oda,
sayın Prof Dr Yusuf Ziya ÖZCAN ı YÖK Başkanı olarak atadıktan sona, Sayın
Başbakanımızın YÖK ten şikayetçi olduğunu hiç duymadık
Eğer yeni ÖSYM Başkanı
sayın Prof Dr Ali DEMİR i sayın Abdullah GÜL değilde, sayın Ahmet Necdet SEZER
seçmiş olsaydı, ayyuka çıkan kopya ve şifreleme iddiaları karşısında sayın Prof
Dr. Ali DEMİR i yerden yere vurur ve onun bir şekilde istifa etmesini sağlardı.
Demekki Üst
Yöneticiler amaca uygun hareket ettikleri sürece bir sorun olmuyor
MİLLİ
EĞİTİMDE ASIL TEHLİKE NEDİR ?
Bizler ATATÜRK İlke
ve İnkilaplarına, Cumhuriyetin Değerlerine yürekten inanan öğretmenler
tarafından yetiştirildik. Öğretmenlerin terfilerinde sadece meslekte göstermiş
oldukları performans esas alınırdı
Bizim zamanımızda ne
türban, nede türbanlı sorunu vardı. Eğitimde kılık-kıyafet ve türban sorunu,
sayın Prof Dr.Necmettin ERBAKAN ın siyasi hayatımıza girmesiyle, 1970 li
yıllarda başladı. Ve o günden bu yana okullarda kılık-kıyafet ve türban sorunu
hiç bitmedi. Bilakis artarak devam etti ve bu günlere gelindi. Bugün türbanlı
yada ayaklarının ucuna kadar inen kıyafetli bayanları, sadece okullarda değil,
Resmi Dairelerde ve her yerde görmekteyiz. Buradan şöyle bir sonuca varmak
mümkün:
Adalet ve Kalkınma
Partisi AKP de 1970 lerde sayın Prof Dr Necmettin ERBAKAN ile başlayan din
eksenli bir siyasi hareketin devamıdır. Sayın Başbakanımız Recep Tayip ERDOĞAN
ile, sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah GÜL de sayın ERBAKAN ın talebeleridir.
Şimdi din eksenli
siyasi iktidarların başta Milli Eğitim olmak üzere hayatımızı olumsuz yönde
nasıl etkilediklerini birkaç örnek ve yorumla ortaya koymaya çalışacağım
Eğer saçın tamamını
içine alacak şekilde başa bone diye adlandırılan takke giyilir, üstünede eşarp
takılırsa , buna türban deniliyor. Tabiî ki bu bayanların giysileri de genelde
ayaklarının , ellerinin ucuna kadar iniyor. Böyle bir kıyafeti bazı insanlar
basit bir tercih olarak görebilirler. Ama bunun yaşama ve düşünceye yansıması
öyle basit değil.
Bu felsefe ve yaşan
tarzına inanan insanlar, karşı cinsten birinin elini sıkmazlar. Misafirliğe
gidildiğinde haremlik-selamlık olur. Yani erkeklerle bayanlar ayrı mekanlarda
otururlar. Tabiî ki böyle bir yaşam tarzı onların bir tercihi ve bu tercihe
kimsenin bir şey söylemeye hakkıda yok. Ben böyle bir düşünce yapısının sağlık
hizmetlerine nasıl yansıdığına bir iki örnek vermek istiyorum
Bir defasında
gazetede bir haber okumuştum. Bir genç in testislerinde iltihaplı acil bir
durum varmış,hemen röntgeninin çekilmesi gerekiyormuş. Nöbetçi bayan uzmandan
başka o anda hastanede başka bir röntgen uzmanı da yokmuş. Türbanlı bayan
doktor , inançlarına aykırı olduğu gerekçesi ile genç in filmini çekmemiş .Film
zamanın da çekilmediği ve geç kalındığı içinde iş işten geçmiş.Hastahaneler de
buna benzer olayları zaman zaman duyuyoruz.Şindi sorun şurada:
Tıp doktorlarının
kadın-erkek ve milliyet farkı gözetmeksizin herkesin yardımına koşacaklarına
dair Hipokrat yeminleri var ve bu hususları bilerek ve kabul ederek tıp fakültelerine giriyorlar.Peki realite bu
ise yukarıdaki örnekleri nasıl
açıklayacağız?
Bilhassa acil
servislerde görev yapan bayan doktor, yada bayan sağlık elemanlarının acil
müdahalelerde etkin olabilmeleri ve söylenenleri iyi duyabilmeleri için
pantolon ve spor kıyafet giymeleri ve
başlarının da açık olmasında fayda var. Aksi bir durumda ayak pardesuya takılıp
sedyenin üstündeki hasta ile beraber kendini yerde bulabilir.
Demek istediğim şu
ki,her işi dini inanç a bağlarsak işlerin altından kalkamayız. İşte bunun gibi
çetrefilli konularda yanlış bir tarafa yönelmiyelim diye, akıl yürütme ve bilim
ön plana çıkartılmış ve laiklik kavramıda bu maksatla Anayasamızda yer almıştır
Yoksa yukarda izah
etmeye çalıştığım gibi türbanlı kız öğrenciler,aldıkları eğitimin gereğini
yapsalar, işlerini aksatmasalar, kılık-kıyafeleri okadar da önemli değildir
aslında.
İşin en önemli tarafı;
dini referans alan Syasi iPartiler,resmen söylemeselerde, laiklik kavramına
genelde inanmıyorlar, yada bu kavramı dinsizlik olarak algılıyorlar.
Böyle bir düşünce
sonucu olmalıdırki, Cumhuriyetimizi kuran Mustafa Kemal ATATÜRK ü Din düşmanı
imiş gibi gösterip,gençlerin ve cahil insanların aklını çelmeye çalışıyorlar
ATATÜRK,Hacıları,
Hocaları asmış, kesmiş….vs
Bu gün sayın
ERBAKAN ile başlayan Din referanslı
Siyasi Partiler sayesinde , ATATÜRK ilke ve İnkilaplarına inanmayan çok sayıda
öğrenci yetişmiş ve bu kişiler Devletimizin önemli kademelerinde yer
almışlardır. Ve abluka hala devam ediyor
YÖK konusunda
ÖSYM konusunda taraflı davranılmasını,
gereğinin yapılmamasını da yandaş bir toplum yaratma amacının bir parçası
olarak görüyorum
Bu gün olmamız
gereken yerde olmayışımızın asıl nedenini, Türkiye nin bölünme noktasına
gelmesini, anarşinin hortlamasını;ATATÜRK İlke ve İnkilaplarından, Cumhuriyetin
kazanımlarından, Liklik ilkesinden uzaklaşmamıza bağlıyorum.
ATATÜRK
Milliyetçiliği, birleştiricidir,bütünleştiricidirTemeli iyi bir vatandaş olma
ve yaratma esasına dayanır.
Anayasamızda Türklüğün tarifi gayet açık
olarak yapılmış olmasına rağmen,maalesef NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ifadesinin
anlam ve önemini gençlerimizin ve halkımızın tamamına anlatamadık yada anlatmak
istemedik!
Sayın ERBAKAN,eğer
birileri çıkar da Ne Mutlu Türküm Diyene derse, bir başkası çıkar,oda Ne Mutlu
Kürt üm der dedi
Sayın Cumhurbaşkanımız,
dağlara, taşlara Ne Mutlu Türküm Diyene yaza yaza iptidaileştik dedi.
Sayın Başbakanımız da
kaç etnik guruptan oluştuğumuza vurgu yaptı.
İşin en enteresan kısmı ise;başında
bulundukları ülkenin adı Türkiye Cumhuriyeti olmasına rağmen Türküm kelimesini
söylemekten hep imtina ettiler
Sayın ERBAKAN mili olduğundan, emperyalizme karşı
olduğundan,Digerleri ile farkını burada belirtmiş olalım
İdeolojik düşünen
nesiller ve toplum yaratmak yerine, akıl yürüterk doğruyu bulabilen insanlar
yetiştirmek daha doğru bir iştir kna
EĞİTİM DE SİYASETİN VE SİYASETÇİNİN ÖNEMİ
Bu düşüncemi burada
da tekrar söylemek istiyorum:Bütün işlerin siyaset ve siyasetciyle ilgisi var.
Eğer Türkiye yi
idare edenlerin, Türkiye yi Alman ya , İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik
Devletleri, Japonya, Çin…vs gibi her konuda bir süper güç yapma arzu ve gayreti
içinde olurlarsa, bütün işleri, hal ve hareketleri bu amaca ulaşacak şekilde
organize ederler
Türkiye yi idare
edenlerin her bakımdan dolu, plan ve projesi olan insanlardan oluşması lazım
HERKESE EĞİTİM
Eğitimi sadece öğrenim çağında olan
çocuklar ve gençler için değil,eğitimi bütün hayatımıza sokmalı ve herkesi bu
işe dahil etmeliyiz.
Örneğin Türkiyede
faaliyet gösteren bütün meslek gruplarıda tornacı, kaynakçı,kunduracı, duvarcı,
lokantacı…vs yarışmalar düzenlenmeli,yarışmayı kazananlar ödüllendirilmeli ve
bu gibilere okullarda konusu ile ilgili eğitimde verildikten sonra hoca olarak
eğitimde yararlanılmalıdır.
Bu yarışmaların
sonucunda, her mesleğin, her işinde standartı çıkarılmalı, kitlelerin
eğitiminde bu bilgi ve standartlardan yararlanılmalıdır. Örneğin bir Adana
Kebabının, Konyan nın Etli Ekmeğinin standartı çıkartılmalı ve bu standartlar,
tüm pideci ve kebapcıların eğitiminde öğretilmelidir. Eğitimden geçmeyen kimseye
meslek icra etme ruhsatı verilmemelidir
Hatta ve hatta
evlenecek bay ve bayanlarda evlilik öncesi eğitime ve bilgilendirmeye tabi
tutulmalıdır
Benin eğitimle ilgili
olarak yapmış olduğum çalışma, Türkiye nin süper bir sanayi devleti olma
yönünde tüm eğitim hizmetlerinin nasıl organize edileceği ile ilgili bir detay çalışmasıdır
Buraya kadar özet
halinde de olsa Türkiye nin Eğitim Sorunu Ve Çözüm Önerileri hakkında
ipuçlarını verdiğimi sanıyorum. Saygılarımla.
ANAYURT GAZETESİ, 27
Mayıs 2011 Cuma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder