SİYASİLERİN
KALİTESİ VE DEVLET ADAMLIĞI-1
Mak.
Yük. Müh Ahmet YALVAÇ
Sevgili Anayurt Okurları, bu gün eskiye
nazaran daha fazla sorunumuzun olması, mevcutlarına yenilerinin eklenmesi,
örneğin komşularımızla sıfır sorun politikası derken, bütün komşularımızla
sorunlu, ya da düşman haline gelmiş olmamızın nedeni, mevcut muhalefet ve
İktidar Partisi Liderlerinde Devlet Adamlığı vasfının yeterince olmayışı, ve
buna bağlı olarak da, seçilen milletvekilleri ve atanan bakanların da,
kalitesinin yeterince iyi olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu gün örneklerle bu
konuyu anlatmaya çalışacağız Şimdi konuyu biraz açalım
Bir siyasi partinin içerisinde birden
fazla genel başkanlığı yürütebilecek insan bulunabilir. Ama liderlik
yapabilecek insan sayısı genelde birden fazla olmaz.
Lider, mensubu olduğu partiyi, meclise
sokan, ya da iktidara getiren kişidir. Her lider de devlet adamlığı vasfı çok
olabilir, az olabilir, ya da hiç olmayabilir
Eğer bir siyasi parti liderinde, devlet
adamlığı vasfı ağır basarsa, seçilen milletvekilleri o denli kaliteli olur,
atanan bakanlarda o denli kaliteli olu; vatana ve millete hayırlı işler
yaparlar.
Eğer bir siyasi parti liderinde devlet
adamlığı vasfı az olursa, ya da hiç olmazsa, seçilen milletvekillerinin
kalitesi de o ölçüde az olur, ya da hiç olmaz. Bakanların kalitesi de,
milletvekillerinin benzeri olur.
Devlet adamını şöyle de tarif
edebiliriz: Devletin işlerini yürütebilecek kadar eğitim, bilgi tecrübe ve
donanıma sahip olan, birimler arasında iş birliği ve uyumlu çalışmayı
sağlayabilen, devletin ve halkının menfaatlerini kendi menfaatinden üstün tutan
kişidir.
Eski başbakanlardan merhum Sayın Bülent ECEVİT i, kolej mezunu
olmasına rağmen, uzmanlık gerektiren bazı alanlarda yeterli bilgiye sahip
olmamasına rağmen, birimler arasında koordineyi, uyumlu çalışmayı bir art niyet
göstermeden sağlamaya çalışması, Halkımızın ve Devletin çıkarlarını kendi
menfaatinden üstün tutması gibi nedenlerden dolayı, bilhassa da, uluslar arası
ilişkilerde Türkiye adına dik duruş sergilemesi ve bu alanda bazı kazanımlar
elde etmesi gibi nedenlerden dolayı,
devlet adamı olarak değerlendirebiliriz.
Uluslar arası camiada, başta Amerika
Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Rusya gibi büyük devletlerin karşı
olmalarına rağmen, iyi ve başarılı vede etkin bir diplamasi ile Kıbrısa
müdahale ederek, oradaki soydaşlarımızı Rumların katliamından kurtarması,
Türkün gücünü, azım ve iradesini tüm dünyaya göstererek bizleri çok
gururlandırdı. Daha bir çok örnekler…! Onun için rahmetli Sayın Bülent ECEVİT,
büyük bir devlet adamıydı
Bu gün, her alanda olmasa da, özellikle
dış ilişkilerde, terör belasının önlenmesinde, bu gibi devlet adamlarına
ihtiyacımızın olduğunu vurgulamak istiyorum.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan başlar ve
bu güne doğru gelirsek; Mustafa Kemal ATATÜRK, İsmet İNÖNÜ, Celal BAYAR, Adnan
MENDERES gibi liderler de büyük bir devlet adamıydılar. Bu üç Liderinde ortak
özelliği, Türkiye nin menfaatleri konusunda dik duruş sergilemeleri idi.
Süleyman DEMİREL ve Turgut ÖZAL da, diğerleri kadar olmasa da, devlet adamı
olma özellikleri ve mühendis olmaları nedeniyle, Türkiye ye önemli projeler
kazandırmışlardır
Yurdumuzu düşmanlardan kurtaran,
Cumhuriyetimizi kuran, çağdaş milletler arasında gerekli yeri almamız,
ekonomide, teknolojide, sağlıkta, eğitimde, her alanda gelişmemizi sağlamak
için reformlar yapan Mustafa Kemal ATATÜRK ün büyük bir asker, büyük bir devlet
adamı olduğu dünyaca kabul görmüştür
O İsmet İNÖNÜ dür, ki; kurtuluş
savaşında, Yunan ordularına karşı, emperyalist devletlere karşı, birinci ve
ikinci İNÖNÜ savaşlarını kazanarak, bağımsızlık yolunda umutlarımızı
kuvvetlendirmiştir. Kurtuluş şavaşı kazanıldıktan sonra ise, İsviçre de LOZAN
da başarılı bir savunma ile bağımsızlığımızı, emperyalist devletler nezdinde,
büyük bir diplomasi örneği vererek kabul ettirmiş bir devlet adamıdır
O İNÖNÜ dür ki; İkinci Dünya Savaşında, yine büyük bir diplomasi başarısı
ile, büyük devletlerin tüm ısrarlı çabalarına rağmen, Türkiye yi savaşa
sokmamış, birlik ve beraberliğimizin bu günlere gelmesini sağlamıştır.
O Adnan MENDERES ki; Türkiye de,
elektrik santrallerinin kurulmasını, şeker fabrikalarının kurulmasını, sanayi
tesislerinin kurulmasını sağlamış büyük bir lider ve devlet adamıdır. Ne varki,
Amerika Birleşik Devletlerinin çıkarlarına ters düştüğü için, sonunda bir
şekilde darağacında can vermiştir.
Bu gün, bu saydığım Liderlerden sadece,
Sayın Süleyman DEMİREL hayatta. Ama her fırsatta, Türkiye nin birlik ve
beraberliğinin korunması, Cumhuriyete sahip çıkılması gibi, önemli uyarılarda
ve telkinlerde bulunması gibi hususlar, birilerini rahatsız etmiş olmalı ki,
İktidar Partisi AKP tarafından ablukaya alınmış durumda, 28 Şubat Muhtırasına
niye engel olmadı gibi gerekçelerle, sorgulanmak, hatta içeri atılmanın yolları
aranmaktadır.
Ama siyasi çıkar amacı ile, Demokrat
Parti, yani Merkez Sağın seçmeni bir oy deposu olarak gördüğünden, Başbakan
Sayın Recep Tayyib ERDOĞAN, kendi partisi AKP adına merhum Adnan MENDERES e
sahiplenmek istemektedir
Bu örnekleri şunun için anlatıyor ve
özellikle vurgu yapıyorum:
Bu gün Mustafa Kemal ATATÜRK, İsmet
İNÖNÜ ve nihayetinde, Süleyman DEMİREL e kadar uzanan, küçültme, aşağılama,
onları Milletimizin gönlünden silme çabaları ile, Milletimize hizmet eden
devlet adamları hedef alınmakta, kamufle edilmiş, gizlenmiş bir görüntü ile,
aslında Türkiye Cumhuriyeti, milli birlik ve beraberliğimiz hedef alınmaktadır.
Bunu herkesin bilmesi ve anlaması lazım.
Sonuçta Türkiye Cumhuriyetini ortadan
kaldırmaya, ya da rejimi değiştirmeye yönelik hareketler; yerli ve yabancı
destekçilerin koordineli çalışmaları ve işbirliği neticesinde, değişik
görünümler altında yürütülmektedir
ATATÜRK ile uğraşmada asıl amaç,
ATATÜRK e çamur atmak, onu Milletin gönlünden silmek ama,doğrudan hedef almaya
cesaret edilmemiş olacak ki, önce, ATATÜRK ün silah arkadaşı, ulusal bir
kahraman olan, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yapmış olan Sayın İsmet İNÖNÜ
hedef alındı. Dersim İsyanının bastırılmasında Sayın İNÖNÜ suçlu bulundu…vs.
Halbuki bu isyanın bastırılması için emri İNÖNÜ ye, Mustafa Kemal ATATÜRK
vermişti.
Dersim tartışmasını Başbakan Sayın
Tayyib ERDOĞAN başlattı ama, CHP nin yeni lideri Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU, bir adım
daha ileri giderek şöyle dedi: özür dilemek yetmez, sürgüne gönderilenlerin
hakları tazmin edilsin, toprağı elinden alınanların toprağı geri verilsin…vs
Böylece Sayın KILIÇDAROĞLU nun da rengini öğrenmiş olduk.
Aslında, Dersim İsyanı, başta İngilizlerinde
kışkırtması ile, Devlete karşı yapılan bir baş kaldırı idi, Cumhuriyetimizi
yıkmaya yönelik bir hareketti. Bu itibarla, o zaman Devleti yönetenler görevini
yaptı, ve güvenlik güçlerinin müdahalesi ile de isyan bastırıldı. Bunu başka
taraflara çekmenin, siyasal çıkar peşinde koşmanın ne anlamı var .Bu noktada şu
öz deyişi de hatırlatmak istiyorum:
Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!...
Keşke AKP İktidarı da, başımıza bela
olan PKK terör örgütü ve destekçileri hakkında görevini, ve de gereğini yapmış
olsaydı, yüzlerce, binlerce güvenlik görevlisi, askerimiz, vatandaşımız ölmez,
milyarlarca Dolar parasal kaybımız da olmazdı.
Analar ağlamasın ve demokrasi, ileri
demokrasi söylemleri ile hiçbir şeyin halledilmediğini, halledilemeyeceğini
artık herkesin anlaması bilmesi lazım!
Durum böyle olunca, 19 Mayıs Gençlik ve
Spor Bayramı öncesinde, milli bayramların nasıl kutlanacağına dair çıkartılan
yeni yönetmelik gereğince, Halk ve sivil toplum kuruluşlarının , ATATÜRK anıt
ve heykellerine çelenk konulmasının yasaklanmasından dolayı, ATATÜRK ün hedef
alınmadığını kim iddia edebilir!?...
Bu noktada, Mustafa Kemal ATATÜRK ü ve
silah arkadaşlarını, Devletimize hizmet edenleri, halkımızın gönlünden silmek,
onları küçültmeye çalışanlara, toplumu sürekli gerenlere, bir öneride, bir
hatırlatmada bulunmak istiyorum
Bu gibi fiil ve hareketlerden vaz geçin
,Toplumu germeyin! Bunun ne sizlere, ne de Ülkemize bir faydası olur. Gücünüzü
ve varsa becerilerinizi, Halkımızın günlük sorunlarını çözmede gösterin. Ulusal
hak ve menfaatlerimiz karşısında yabancı devletlere karşı sesinizi yükseltin!
Bu gibi konularda daha fazla bilgi
sahibi olmak isteyenlerin, Toplumun tüm kesimlerinde gerilimin nasıl arttığını
öğrenmek isteyenlerin,, TOPLUMU SÜREKLİ NİYE GERİYORSUNUZ, AMACINIZ NE başlığını taşıyan makaleleri
Gazetenin internet sayfasından indirip okumalarını öneririm.
Devleti ve Hükümeti idare edenler
bilsinler ki; bu Millet tarih boyunca bu gibi olaylarla çok karşı karşıya gelmiş,
ve bundan zararda görmüştür Ama her defasında zorlukları yenmesini bilmiş ve bu
günlere gelinmiştir. Bu itibarla şöylemek istediğim husus şu:
Hiç kimse, Dinine bağlı saf ve düşük
eğitimli vatandaşlarımızı sürekli kandırıp, onların oylarını,desteğini
alacağını, alabileceğini zannetmesin! Toplumdaki hareketlenmeler, işaretler bu
yönde.
Bu maksatla Devleti ve Hükümeti idare
edenlere bir tavsiyede bulunmak istiyorum: Kimseyi aptal yerine koymayın,
hareketlerinizde kontrollü davranın, hareketlerinizi gözden geçirin diyorum.
SAYIN BAŞBAKANIN BOP EŞ
BAŞKANLIĞI BÜYÜK BİR SORUN
Başbakan Sayın Tayyib ERDOĞAN, keşke Büyük
Orta Doğu Projesi BOP Eş Başkanı olmasaydı! Bu projenin sahibinin Amerika
Birleşik Devletleri olduğunu, ve içinde Türkiye nin de bulunduğu Orta Doğu
ülkelerini bölmeye çalışan bir proje olduğunu, artık çoğu insanımız biliyor.
Böyle bir görevi, kendisine Türkiye
Büyük Millet Meclisi vermediğine göre, Sayın Başbakanın bu projede Eş Başkan
olarak görev alması, aslında bir Anayasal suç. Zİira, Türkiye adına ne gibi
vaadlerde bulunduğunu bilmiyoruz. Bu vaadlerin Türkiye nin lehine olduğunu
kimse iddia edemez.
Peki Sayın Başbakan, nasıl bir amaca
ulaşmak istiyor ki, bir yabancı devletin siyasi sonuçları olan bir projesinde
görev alsın, onun desteğine ihtiyaç duysun?...Bunun cevabını en iyi, Başbakan
Sayın Tayyib ERDOĞAN bilir.
Bizim bildiğimiz, bizim
söyleyebileceğimiz şu ki, böyle bir görevi aldıysa, Başbakan Sayın Tayyib
ERDOĞAN istese de, bir daha böyle bir projeden ayrılamaz.Eğer ayrılırım derse,
ve de ısrar ederse, Amerika Birleşik Devletleri, bir şekilde çok geçmeden Sayın
Başbakanı alaşağı eder.
Zira yabancı bir devlet, bir
başbakanla işbirliğine girmiş ise, yan çizildiğinde kullanılmak üzere, her
türlü şantaj bilgisini, ya da malzemesini de hazırlamış demektir.
Hiç kimse zannetmesin ki, Türk Silahlı
Kuvvetleri mensubu çok sayıda üst düzey komutanın tutuklanması,sadece
Başbakanın emri ve arzusu ile oluyor. Burada Amerika Birleşik Devletlerininde,
arzu, istek, ya da emri vardır.Böyle bir talep, Sayın Başbakana doğrudan
yapılabildiği gibi, Sayın Fethullah GÜLEN aracılığı ile de yapılabilir.
Şu hususu asla göz ardı etmeyelim:
Tutuklanan TSK mensupları, hep ABD karşıtı komutanlar
Peki durum bu ise, eski Genel Kurmay
Başkanlarından Hilmi ÖZKÖK, acaba neden tutuklanmıyor?
Peki, ABD karşıtı üst düzey
komutanlar neden tutuklanmış olabilir, ya da tutukluluk süreleri neden bu kadar
uzun olabilir?
Eğer büyük çaplı bir Kürt kalkışması
düşünülüyorsa, Birleşmiş Milletlerin Türkiye ye müdahale imkanı, söz konusu
ise, ya da Türk Silahlı kuvvetlerinin Suriye örneğinde olduğu gibi
kışkırtılması, müdahale etmesi planlanıyorsa, olabilir!
Zira ABD karşıtı, bilgili, tecrübeli,
dirayetli komutanlar tutuklanırsa, içerde olursa, yanlış işlere müdahale edecek
kimse kalmaz.
Durum Türkiye açısından şu anda o
kadar ciddi ki, Allah korusun bir savaş çıkmış olsa, şu anda Orduya komuta edebilecek,
sonuç alabilecek bir Komuta Heyeti bile kalmadı!
Halkımızın böyle bir vahameti görmesi
ve anlaması lazım! Sonra morali bozuk bir ordu nasıl savaşabilir?
Tutuklanan Komutanlar, Ergenekoncu
imiş, Balyozcu imiş,28 Şubat muhtırası vermişler, Hükümeti devirmeye
çalışmışlar gibi iddialar işin kılıfı.
Herkes şunu iyi bilsin ki, Orduda
hiyerarşi, düzen bir defa bozuldu mu, düzeltmek sonuç almak çok zor. Bu gibi
işler TRT ye, RÜTÜK e, ya da bir başka yere genel müdür atamaya benzemiyor.
Özel yetkili Mahkemeler böyle bir
amaca yönelik olarak kurulmuş olabilir, bütün yanlış uygulamalarına karşın,
Anayasaya aykırılığı hukuk otoriteleri tarafından ısrarla dile getirilirken,
acaba niye lağvedilmek istenmiyor? Amaç çok büyük, saldırı çok yönlü!
Bu örnekte olduğu gibi, Yargı
sisteminin siyasallaşması, AKP nin işine geldiği gibi, Amerika Birleşik
Devletleri ninde işine geliyor olabilir.
Daha önceleri, Adalet Bakanlığında bir
Amerikalı yargıcın yer aldığı, adı,soyadı verildi. Peki, bu Amerikalı yargıcın
Türkiye de işi ne?
Sanıyorum 2004 Yılında, Başbakan Sayın
Tayyib ERDOĞAN Amerika da iken, ABD Başkanı George W, BUSH ile görüşmesinde,
Türkiye de görev yapmak üzere, sanıyorum 28 istihbaratçı idi ,gönderilmesinin
karar altına alındığı da, basında yer almıştı. Bu konu daha sonraları,
Muhalefet tarafından Mecliste gündeme getirilmişti.
Peki, bu Amerikalı özel
istihbaratçıların Türkiye de işi ne!?
Her halde Kürt vatandaşlarımızın
kışkırtılmasında görev yapacaklardı. Başka ne olabilir ki?
İleri Demokrasi kılıfı ile yürütülen
yeni bir Anayasa çalışmalarını da BOP kapsamında, Türkiye yi bölme, parçalama
hareketinin bir parçası olarak görmek, anlamak daha doğru bir yaklaşım olur.
ULUDERE Yİ PREDATOR
MU BOMBALADI?
PREDATOR, silah ta taşıyan Amerikan
insansız bir hava aracıdır. Uludere de hava bombardımanı neticesinde 34
vatandaşımızın ölmesindeki sorumluluğu, Türk Hava Kuvvetlerine atıyorlardı. Bu
konu da TSK ya hakarete varan ağır sözler sarfedildi. Hükümet tarafından,
ölenlere tazminat ödeneceği bildirildi…
Ama, bu bombalama işini Amerika nın
insansız hava aracı silahlı Predatorların yaptığı haberi basında yer almasına
rağmen, kimse bunu dikkate almadı.
Derken
zaman geçti, BİR Amerikan gazetesinde, istihbaratın Amerika tarafından verildiğini yazdı. Amerikan
Savunma Bakanlığı önceleri teyit etmedi ama, sonraları itiraf etti. Bu durumda,
olayın istihbarat ötesinde, bombalama işnin PREDATOR lar tarafından yapıldığı
ağırlık kazanıyor.
Konu
unutulmaya yüz tutmuşken, bu şekilde yeniden gündeme gelmesi, Başbakan Sayın
Tayyib ERDOĞAN ı zora soktuğu gibi, bir gerçeği daha ortaya çıkardı
Peki
böyle bir durum söz konusu ise, AKP İktidarı, Amerika Birleşik Devletleri
nezdinde ne gibi girişimlerde bulundu, ne gibi yaptırımlar uyguladı? Sizce
uygulayabilir mi !?...
Saygılarımla..
(Anayurt Gazetesi 4 Haziran 2012
Pazartesi)
***
SİYASİLERİN
KALİTESİ VE DEVLET ADAMLIĞI-6
Mak.
Yük. Müh Ahmet YALVAÇ
Sevgili Anayurt Okurları, önceki hafta
makaleyi tamamlarken,ULUDERE bombardımanı ve sonuçlarından bahsediyorduk. Bu
gün kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Bombalama olayında, 34 vatandaşımız
hayatını kaybetmışti. Bombalama işini, Amerikanın insansız, ama silah taşıyan
ve Predator adı verilen hava aracının bombaladığı sonucunun ağır bastığına
işaret etmiştim
İstihbarat bilgilerini doğrudan biz
elde etmiş olsak, bir değerlendirme hatasının yapılabileceğine ihtimal
vermiyorum. Eğer bombalama işini bizim uçaklarımız yaptı ise, o zaman,
istihbarat bilgilerini, Amerikalılar vermiştir.Burada emir doğrudan
Amerikalılardan gelmiştir, ve şu koordinatları bombalayın denilmiştir.Bizim
burada vatandaşlar olarak bilmemiz gereken husus şu: Eğer istihbaratı
Amerikalılar veriyorsa,pilotlara gelinceye kadar emir komuta işinin nasıl bir
silsile takip edildiğini birilerinin açıklaması lazım.Bence bu işi Genel Kurmay
Başkanlığının açıklaması lazım.
Ama artık şunu da biliyoruz ki, Hükümet
Türk Silahlı Kuvvetlerini de, kendisine benzetti. Eskiden Genel Kurmay Başkanı,
bu ve buna benzer durumlarda, Hükümetin hoşuna gitmeyecek hususlar olsa bile,
doğrudan gerekli açıklamalarda bulunuyordu TSK daki istifalar, tasfiyelerden sonra
ve Hükümet yanlısı komutanların göreve getirilmeleri sonucu, Hükümetin ak
dediğine, kara diyebilecek bir komutan da kalmadı.Bu gibi yaşanan olaylardan
sonra, TSK Yönetiminin de siyasallaşmaya doğru gittiğini söyleyebiliriz. Ve
sonuç itibarı ile böyle bir durumdan, Toplum olarak hepimizin zarar göreceğini
bilmemiz lazım.
Benim kişisel kanaatim şu: Bu gibi
durumlarda, Amerikalıların söylediklerinin yapılması hususunda, Hükümet TSK ya
emir, ya da telkinlerde bulunuyordur .Konuyu şu şekilde de izah edebiliriz:
Eğer uçaklarımız teröristleri
bombalamış olsaydı, o zaman bir sorun olmayacaktı. Ama bombalananların sivil
insanlar olduğu anlaşılınca, başta Barış ve Demokrasi Partisi BDP liler yaygara
koparmaya başlayınca, işin faturası TSK ya çıkartıldı ve bazı BDP liler, TSK ya
önceki Hükümetler zamanında sarfedilmesi mümkün olmayan sözler sarfetti. BDP li
bir Milletvekili istihbarat resimlerini inceleyen Komutana hayvan dedi, diğeri
ise; hayvan oğlu hayvan dedi!
Peki, Sayın Başbakan ve Cumhurbaşkanı
böyle bir hakaret karşısında, BDP ilere bir karşılık verdiler mi, ya da Kamu
davası açmak için gerekenleri yaptılar mı? Hayır, peki niçin?
Bizim bilmediğimiz bir şeyler varda
onun için, işin ucu 0onlara dayanıyor da onun için! Eğer Genel Kurmay, eskiden
olduğu gibi gerekli açıklamaları yapmış olsa, o zaman muhtemelen Sayın
Başbakan, okkanın altına gidecek Ama şimdi böyle durumlarda, Genel Kurmay
susmayı tercih ettiği için, Sayın Başbakan, yad da başkaları kurtuluyor ama,bu
seferde TSK okkanın altına gidiyordur.
Bu bombalama işinde, işin vahameti
şurada:
İlk
zamanlarda, başkaları suçu. TSK
ya atmaları karşısında, Hükümet susuyordu. Ne zamanki bu işte Amerikalıların
parmağı olduğu anlaşıldı, Hükümetin başı sıkıştı, bu işten zarar görmeye
başladı. O zaman yaygara koparılmaya başlandı; Sayın Başbakan Recep Tayyib
ERDOĞAN, Wol Stret Journal Gazetesinin yazarına, ve Savunma Bakanlığı PENTAGON
yetkililerine bu işi sizin yaptığınızı niçin açığa vurdunuz diye çıkış
yapacağına, onlara kızacağına, konunun takipçisi olan gazetelere ve Köşe
Yazarlarına çattı, ağza alınmayacak sözler sarf etti!
Şimdi ne olacak? Hükümet bombardımanda
ölenlere tazminat ödeneceğini söylemişti. Eğer ödendi ise, bu miktar toplam ne
kadar? Eğer bombalama işini Amerika nın insansız hava aracı yaptı ise, ödenen
toplam paranın tazminat olarak Amerika dan istenmesi lazım.Peki, Hükümet bu
parayı Amerika dan isteyebilir mi? Bence isteyemez! Peki istemezse ne olur?
Halkın nezdinde itibar kaybeder. İşte Başbakan Sayın Tayyib ERDOĞAN ın telaşa
kapılıp herkese kızıp, azarlaması bu yüzdendir.
İşte bu gün, Devlet ve Hükümet
idaresinde gelmiş olduğumuz nokta bu.!
ULUDERE olayında, istihbarat
bilgilerini Amerikalılar kendilerinin
verdiğini itiraf etmeleri, ya da bombalamayı,
Predatorlarıın yaptığını açığa vurmaları, aslında Başbakan Sayın Tayyib
ERDOĞAN a siyasi bir mesaj, ya da bir tehdit olarak da algılanabilir..Eğer,
yeni bir Anayasa yapılması konusunda, bizim istediğimiz değişiklikleri yapmazsan,
ya da yapamazsan, gerisini sen düşün şeklinde de anlaşılabilir.Bu maddeler
bilindiği gibi, Türkiye nin üniter yapısını bozacak, ve federasyona geçişi
sağlayacak maddeler idi
ULUDERE olayında paniğe kapılan
Başbakan Sayın Tayyib ERDOĞAN, çok sinirli bir sekilde BDP lilere de çattı;
onlara da kalleşler dedi.
Sonrasında PKK ya yardım ve yataklık
etme gibi suçlardan BDP li bazı Milletvekilleri hakkında fezleke hazırlamaya
başladılar, KCK kapsamında BDP li bazı yöneticiler i tutuklamaya başladılar..vs
Bu gibi uygulamaları da, imaj düzeltmeye yönelik çalışmalar olarak
düşünebiliriz
Bu durumda, Adalet ve Kalkınma Partisi
AKP nin, hem ayrılıkçı Kürtler nezdinde, hem de AKP ye oy veren Dindar kesim
nezdinde oy kaybına neden olabileceğini
düşünebiliriz, Aşırı telaş ve tepki aslında bu yüzden..
Şimdide biraz kalleşler kelimesi
üzerinde durmak istiyorum Bu kalleşler kelimesi aslında çok önemli bir ipucu.
Demek ki, Sayın Başbakan, BDP lilere
bir konuda söz vermiş, ve bu konuda mutabakata varmışlar Verilen bu sözün ne
olduğunu tam olarak bilemiyoruz, ama tahmin edebiliriz. BDP liler zaten PKK ya
destek veriyorlar. PKK için de; onlar bizim silahlı örgütümüz diyorlar.
Dolayısı ile verilen sözün, PKK nın bazı taleplerinin yerine getirilmesi ile
ilgili olsa gerek.
Eğer terör sorununu ,bu sorunu yaratan
PKK nın temsilcileri ile müzakere edersen, bazı taleplerinin karşılanacağı
vaadinde bulunursan, ve bu işi,Halktan gizleyerek yaparsan, ve bu müzakereler,
Alman istihbaratının çalışmaları ile ortaya çıkarsa, çıkacak sonuç bu.!
Hükümetin PKK yetkilileri ile Oslo da
yaptığı görüşmelerin, Amerikan Wikileaks belgelerinin sızdırılması sonucunda, basına yansıdığını bu
vesile ile hatırlatmış olalım.
Peki, bu güne kadar başka hangi
Siyasetçi, Türkiye Cumhuriyetini yabancı devletler karşısında, bu kadar aciz
duruma düşürdü,güvenliğimizi tehlikeye soktu, terör örgütü bu kadar azdı!?...
AT PAZARLIĞI VE ESNAF
MANTIĞI İLE DEVLET İŞLERİNİ YÜRÜTMEK
Aslında böyle bir başlıkla kimseyi küçültmek
niyetinde olmadığımı belirtmek istiyorum. Amacım bir yanlışlığı, benzetme ile
ortaya koymak
Örnek sadece at ile de, sınırlı
değil.Şöyle izah edebiliriz: Örneğin bir ata, ya da bir kurbanlığa ihtiyacımız
olsun.Amacımız mutlaka satın almak! Pazarı şöyle bir dolaşır, usulen bakar ve
fiat sorarız. Nihayetinde birini gözümüze kestirdiğimizde, mal sahibi ile
pazarlığa başlarız. Mal sahibi de malını satmak istediğinden bizi hemen
bırakmak istemez. Sonunda pazarlık öyle kızışır ki, tutulan eller bir türlü
bırakılmak istenmez, he defasında eller biraz daha fazla sallanarak devam eder.
Eğer arada çok büyük bir fark yoksa, sonunda anlaşmaya varılır, mal sahibi
malın hayrını gör der ve mal teslim alınır. Sonuçta her iki taraf da, kazanmış
olur.
Esnaf mantığında işin icabı gereği,
kazanmak esastır. Bu noktada esnaf malını satmak ve kazanmak için, karşı tarafa
alternatif ve kolaylıklar sunmaya gayret eder, bazıları da çok kazanmak için
malın kusurunu gizlemeye, hatta kargayı bülbül diye yutturmaya çalışır.
Ama Devlet işlerinin yürütülmesinde,
kişisel çıkar, ya da menfaatler ön planda tutulmaz; Devletin ve Toplumun
çıkarları ön planda tutulduğundan, Devlet yönetimi farklı bir olaydır.
Mal alıp satmada esnaf mantığı geçerli
olabilir, başarılı olmak için, bazen eğitimde gerekmeyebilir. Ama Devlet
işlerinin yürütülmesinde, mutlaka uygun bir eğitim almak, Devlette çalışmış
olmak, bu konuda bilgi ve becerisini ortaya koymuş olmak, ideolojik bir yanının
olmaması, bir takıntısının olmaması gerek.
Adalet ve Kalkınma Partisi AKP
İktidarı ile özellikle de Başbakan Sayın Tayyib ERDOĞAN ile sorunlar bu noktada
kilitleniyor, çözülemiyor.
Sayın Başbakan bir defasında Dış
İşleri Bakanlığı bürokratlarını kastederek şöyle diyordu: Ben Monşer olmak
istemem.Burada vurgulanmak istenen şey; Dış İşleri bürokratlarının
tecrübelerinin,uygulamalarının küçümsenmek, hatta aşağılanmak istenmesidir.
Şimdi sorulması gereken soru,
düşünülmesi gereken husus şu:
Dış İşleri Bakanlığında görev almak
için, hele de, bir üst düzey bürokrat olmak için, hangi eğitimi almak
gerektiğini, hangi aşamalardan geçmek gerektiğini söylemeye gerek var mı?
Bu insanlar, Siyasal Bilgiler
Fakültesinden mezun olmuş, bazıları yüksek lisans, ya da doktora yapmış, bir ya
da, birkaç lisan bilen, Yurt dışında elçilik, büyük elçilik yapmış insanlar. Bu
insanlar, aldıkları eğitim ve tecrübe dolayısı ile, Dış İlişkiler konusunda,
normal insanlardan daha fazla şeyler söyleyecek durumda olmaları normal bir
şey.
Eğer siz, böylesine uzmanlık
gerektiren konularda, görevini yapmış olmak için doğruları söyleyen insanları
azarlar, aşağılayıcı sözlerle onları küçük düşürmeye çalışırsanız, hem onların
çalışma şevkini kırar, hemde, Memleketimiz adına yanlış işlerin yapılmasına
zemin hazırlamış olursunuz, hem de içinden çıkılamayacak sonuçların ortaya
çıkmasına vesile olursunuz.
Bu gün yaşadığımız sorunlar, işlerin
hafife alınması, herkes, her işi yapar mantığının hakim olmasından
kaynaklanmaktadır.
Eğer bir insan, uygun bir eğitim
almadan her konu da her şeyi bilebiliyorsa, o zaman milyarlarca para
harcayarak, eğitim kurumları, üniversiteler kurmaya ne gerek var!?...
Meseleye bu açıdan bakarsak,yapılmak
iştenen şeyin, yapılanın ne kadar yanlış olduğu görür, sürüklendiğimiz noktada,
ne kadar kötü durumda olduğumuzu anlayabiliriz
Bu örnekleri, diğer tüm alanlarda
söylemek de mümkün.
Acaba bizden başka hangi ileri ülkede
bir Başbakan ya da bir Cumhurbaşkanı; örneğin, Almanya, Fransa, İngiltere,
Danimarka, Hollanda,İsveç, Norveç, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya…gibi
ülkelerde, işleri bu kadar hafife alır, her sınıftan kendi vatandaşını azarlar,
küçük düşürür, hakaret eder!?...
Bu gibi ülkelerde, böyle bir durumda,
halkın kendisi gerekli tepkiyi ortaya koyar, Yargı görevini yapar…Ya da yanlış
işi yapan Devlet görevlisi, kendiliğinden istifa eder.
DEVLET İŞLERİNDE GÖREV YAPANLARIN
SAPLANTILARI OLMAMALI, İDEOLOJİK YANLARI AĞIR BASMAMALIDIR
Başbakan Sayın Tayyib ERDOĞAN,
İstanbulda Büyük Şehir Belediye Başkanı iken, ben İstanbul da idim. Okuduğu
şiir nedeni ile, hapse girmeden önce, duvarlara yapıştırılan afişleri
hatırlıyorum: Büyük bir vesikalık resim, ve altında şu sözler yazılı idi: BU
ŞARKI BURADA BİTMEZ!
Bu sözü aslında Yargıya, Devlete bir
isyan, bir baş kaldırı olarak anlamak lazım. Bir şiir okuma yüzünden hapse
atılmak doğru bir şey değil ama, doğruları da doğru yer ve zamanda söylemek
lazım. Nasıldı, bu şiir; camiler kışlamız, kubbeler kalkanınız, minareler ise
süngümüz diye devam ediyordu.
O zaman, örneğin her Cuma günü namazdan
sonra, Beyazıt Camisinden çıkanlarla, türbanlılar meydanda toplanıp, İsrail
devleti ile, Amerika Birleşik Devletleri, Hükümetin uygulamaları protesto
ediliyordu
Hapse atılma deneni ise, ayrımcılık
yapmak, ve Halkı isyana teşvik etmekti
Bu şiir, Kurtuluş Savaşında,
emperyalist devletlerin Anadolu yu işgal ettikleri dönemde yazılmış, ve milli
mücadelenin nasıl yapılacağı, sonucunun da nasıl alınacağı hususunda bir
kararlılığı ortaya koymak istemiş
Onun için, doğruları da, doğru yer ve
zamanda söylemek lazımdır diyorum. Yargının kararı da tartışılabilir diyorum
ama, Devlet işlerinde görev alanların, Yargı kararına saygılı olmalarının
gerektiğini de, vurgulamak istiyorum.
Sayın Başbakanın hapis yattığı dönemde
yargı bağımsızdı, dolayısı ile o zaman Yargının hatalı, ya da yanlış karar
verme ihtimalinin çok düşük olduğunu söyleyebilirim. Şimdi Yargı siyasallaştı.
Eğer Sayın Başbakan böyle bir suçu şimdi işlese, değil hapse girmek,
hapishanenin yakınından bile geçmezdi.
Çok önemli bir hususta şu:, Sayın
Başbakan, İmam Hatip Okuluna giderken, ya da İmam Hatip Okulundan mezun olduktan
sonraki dönemde, İmam Hatiplilerle ilgili olarak söylenenlere çok içerlemiş,
olumsuz yönde etkilenmiş.Bu söylenenlerin ne olduğunu, bu gibi konularda ne
düşündüğünü, televizyonlarda kaç defa Sayın Başbakanın kendi sesinden duydum.
Sayın Başbakan İmam Hatip mezunu
olmaktan dolayı büyük bir eziklik içimde, söylenenlerden de olumsuz yönde çok
etkilendiği anlaşılıyor. Örneğin şöyle diyor:
İmam Hatiplerden mezun olanlar,
mühendis doktor olamaz dediler; muhtar bile olamaz dediler; işte ben 9 Yıldır
Başbakanım, Türkiye yi idare ediyorum.
Başka bir söz: Deniliyor ki, Sayın
Başbakana birileri, İmam Hatipliler için ölü yıkayıcılar denildiğinde,çok
zoruna gitmiş, hatta ağlamış.Peki, bunda ağlanacak ne var!? Ölü yıkama da bir
iş.
Şimdi bir soru. Acaba Sayın Başbakan,
hiç ölü yıkamış mı, camide namaz kıldırmış mı? Ben hiç zannetmiyorum
Demek istediğim husus şu: Sayın
Başbakan demek ki çocukluktan beri gözü yükseklerde imiş. Birileri de İmam
Hatipler için bir şeyler söyleyince,
kendini ispat etmeye karar vermiş!
Sayın Başbakanın, İmam Hatip Okuluna
kendi isteği ile mi, yoksa Ailesinin zorlaması ile mi gittiğini de bilmiyoruz.
Eğer başka bir mesleğe özel bir yatkınlığı tutkusu olsa, İmam Hatipten mezun
olduktan sonra, mutlaka istediği okula gitmenin yolunu bulurdu
Sayın Başbakanın okuldaki başarısı
hakkında kesin bir bilgimiz olmadığı gibi, Yüksek Eğitim görüp görmediği
hususunda da kesin bir bilgi yok. Ne Sayın Başbakan ben şu üniversiten mezun
oldum dedi, ne de bir başkası kesin bir şey söyledi Yaygın kanaat, Başbakan
Sayın Recep Tayyib ERDOĞAN ın Yüksek Eğitim görmediği yönünde
Öyle anlaşılıyor ki, Sayın Başbakan
amacına ulaşmak ve kısa zamanda yükselmek için, siyasete girmenin en kestirme
yol olduğunu görmüş, yol haritasını da, bu amaç doğrultusunda çizmiş.
Tabi ki, böylesine kesin bir amaç söz
konusu olunca,bu amaca ulaşmak için yapılacak her şey mübah tır mantığı ön
plana çıkıyor
Buna benzer yaklaşımların doğru
olduğunu, geçmişte değişik yer ve zamanlarda verdiği beyanatların, yazılı ve
görsel medyada yer almasından biliyoruz Demokrasi bir amaç değil, bir araç
tır..vs gibi
Başbakan Sayın Recep Tayyib ERDOĞAN
ın, hızlı yükselme yolunda, başta Amerika Birleşik Devletleri,ve İsrail gibi
bazı yabancı devletlerin desteğine ihtiyaç duymasını da, bu kapsamda
değerlendirebiliriz.Bu konu hakkında detaylarda, basında yer aldı
Sonuç olarak ben şunu söylemek
istiyorum: Devlet Adamı olma arzu ve isteği, kendini ispat etme, intikam alma
amacına yönelik olmamalı; insanlara hizmet verme, faydalı olma esas
alınmalıdır.
Tabi bu konuda, yeterli eğitim
alınmalı, tecrübe de kazanılmalıdır.Ama böyle bir amaca ulaşmak için şartlar
asla zorlanmamalıdır.
Eğer Devleti idare edenler, kin ve
nefret duyguları taşırlarsa, bu kin ve nefret duyguları aklın önüne geçerse,
sonuçta hem kendilerine zarar verirler, hem de idare ettikleri Topluma
bilmeden, istemeden de olsa zarar verirler. (Anayurt, 11 Haziran 2012 Pazartesi)
***
SİYASİLERİN
KALİTESİ VE DEVLET ADAMLIĞI-12
Mak.
Yük. Müh. Ahmet YALVAÇ
Sevgili Anayurt Okurları, bu gün de
kaldığımız yerden devam edeceğiz. Bu yazı dizisini okumaya yeni başlayanlar,
eğer önceki yazılanları Gazetenin internet sitesinden indirip okurlarsa, bir
bütün oluşturacağından, bu günkü yazılanları daha kolay anlayacaklardır.
İDEOLOJİK BİR
TAKINTISI OLAN DEVLET ADAMI OLAMAZ.
Burada bahsi geçen ideolojik takıntı,
Milliyetçi Hareket Partisi örneğinde olduğu gibi, etnik kökene bağlı kafa tasçı aşırı sağ çizgide olabilir, Marksist
Lenininst çizgide Komünist Partisi eğiliminde aşırı sol olabilir, ya da Barış
ve Demokrasi Partisi örneğinde olduğu gibi,aşırı Kürt milliyetçisi çizgisinde olabilir
Ya da, Adalet ve Kalkınma Partisi örneğinde olduğu gibi, Din eksenli aşırı bir
uç olabilir...vesaire.
Bunlardan Milliyetçi Hareket Partisi
MHP, kuruluş felsefesi nedeni ile, hep Türkiye nin güvenliğini, Vatanı ve
Milleti ile bölünmez bütünlüğünü savunmasına rağmen, şu anda bölücü bir Anayasa
hazırlanması noktasında, hepimizin arzuladığı bir dik duruş sergilemesine
rağmen, geçmişte Çorum, ve Kahraman Maraş ta Alevi vatandaşlarımızla mezhepsel
bir çatışma başlattıkları yönünde,çok sayıda Alevi vatandaşlarımızın
öldürülmesi noktasında, MHP nin etkili olduğu yönünde yaygın bir kanaat
vardır.Ayrıca bu Partinin kongrelerinde kavga, gürültü, yaralama olayları hiç
eksik olmuyor
.Prof. Dr Sayın Ümit ÖZDAĞ ın, MHP ye genel
başkan adayı olmak istediğinde, Sayın Sadi SOMUNCUOĞLU nun, cumhurbaşkanı adayı
olmak istediğinde başına gelenleri gazetelerde, televizyonlarda hep okuduk
gördük.
MHP nin İktidar ortağı olduğu
dönemlerde de, diğer partilerde de görüldüğü üzere, kadrolara adam
yerleştirilmede çok partizan davranıldığını da biliyoruz Bu itibarla, en başta
vurucu kırıcı özelliğinden dolayı, oy vermede çoğu vatandaşlarımız MHP ye
temkinli davranmıştır. Ve şimdi de öyle davranmaktadır.
Ama MHP içinde de, beğendiğim
siyasetçilerin bulunduğunu söylemeliyim. Özellikle Grup Başkan vekilleri Sayın
Mehmet ŞANDIR, Oktay VURAL, Meral AKŞENER i, İktidar partisi AKP nin bölücü
Anayasa hazırlaması aşamasında, muhalefet olarak gösterdikleri dik duruş nedeni
ile kendilerini kutluyorum.
Mecliste Milliyetçi Hareket Partisi
grubu olarak, yukarda da vurguladığım üzere yeni Anayasa konusunda dik duruş
sergilenmesinde, Genel Başkan olarak Sayın Devlet BAHÇELİ nin katkılarını da
elbette unutmamak lazım. Sayın BAHÇELİ ye de teşekkürlerimi sunuyor, kararlı
tutumunun devamını bekliyorum
Benim burada vurgulamak istediğim
husus şu: Aşırı uç parti, ister sağ, isterse solda olsun, isterse AKP örneğinde
olduğu gibi din eksenli aşırı ideolojik bir parti olsun, bazı hususlarda
takıntı nedeni ile, sağlıklı bir düşünce ortamının olmayacağı için, bu gibi
partilerde,lider yetişmesinde engel, ya da sorun yaratacağını vurgulamak
istiyorum
Barış ve Demokrasi Partisi BDP de,
etnik kökenli bir Kürt partisi; aşırı bir uç partisi olmasına rağmen, MHP ile
aynı kefeye koymuyorum.
Zira BDP Milletvekilleri ve
Yöneticileri,Terör Örgütü PKK ya açıktan destek veriyorlar,arkalarına AMERİKA
Birleşik Devletleri, ve Avrupa Birliği devletlerinin desteğini de
almışlar;Türkiye yi bölmeye çalışıyorlar. Bu itibarla BDP nin siyasi çalışma ve
faaliyetlerini maruz görmemiz, desteklememiz maalesef mümkün değil.
Bu noktada Cumhuriyet Halk Partisi CHP
ve onun genel başkanı Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU içinde bir şeyler söylemek
istiyorum:
CHP eski genel başkanı Sayın Deniz
BAYKAL zamanında, CHP grup başkan vekili iken, başta Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanı Sayın Melih GÖKÇEK, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Kadir
TOPBAŞ ile yaptığı açık oturumlarda, gösterdiği performans nedeni ile, ve de
söylediklerinden dolayı, çoğu insanımıza gelecek için Devlet Adamı olma yolunda
hayli ümitlendirmişti. Kaset skandalı ile, Sayın Deniz BAYKAL ın bir şekilde
CHP genel başkanlığından ayrılmak zorunda kalması sonrasında,Sayın KILIÇDAROĞLU
önce aday değilim dedi sonrasında, aday olduğunu açıkladı.Sonrasında genel
başkan oldu.
Burada vurgulamak istediğim husus şu:
Demek ki, Sayın BAYKAL ın uzaklaştırılması, sonrasında Sayın KILIÇDAROĞLU nun
genel başkan olması birileri tarafından daha önceleri planlanıp, uygulamaya
konulmuş. Ve yeni yönetim kadrosu ile, şimdiki CHP ninde, kurucusu olan Mustafa
Kemal ATATÜRK ün görüşlerinde olan bir parti olduğunu da maalesef
söyleyemeyeceğim.
Bu itibarla, daha önceleri ortamı
müsait bulmadığı için rengini belli etmeyen Sayın KILIÇDAROĞLU nu da, maalesef
devlet adamlığı vasfından uzak buluyorum
Şimdi CHP ve AKP bölücü Anayasa hazırlanmasında el ele…!?
ÖNCEDEN BİRBİRİNİZE KÜFREDİYORDUNUZ,
ŞİMDİ NASIL OLDU DA BİR ARAYA GELİP ANLAŞTINIZ!?...
CHP lideri Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU
ile, AKP lideri Başbakan Sayın Recep
Tayyib ERDOĞAN, önceden birinin ak dediğine, diğeri kara diyordu; bir birlerine
hakarete varan eleştirilerde bulunuyorlardı. Şimdi nasıl oldu, ne oldu da, yen
i Anayasa konusunda bir araya gelip anlaştılar?
Kimse bu iki liderin kendiliğinden bir
araya gelip, konuştuklarını anlaştıklarını sanmasın!
Ben öncelikle burada şu kanaatimi
sizlerle paylaşmak istıyorum: Eğer iki insanın günün birinde bir şekilde bir
araya gelme ihtimali varsa, birlikte bir çalışma yapma ihtimali söz konusu ise,
en son söylenecek şeyi, en önce söyleyip ipi koparmalarını doğru bulmuyorum.
Böyle bir söylem ve davranış içinde olanların, devlet adamı olma vasfına sahip
olmadıklarına inanıyorum
Bravo Sayın Devlet BAHÇELİ ye!...
Başbakan Sayın Recep Tayyib ERDOĞAN
ın Amerika Birleşik Devletlerinin Orta Doğu Devletlerini bölme parçalama
projesi olan BOP Ta Eş Başkan olduğunu biliyorduk ama; CHP lideri Sayın
KILIÇDAROĞLU nun, görüşme öncesinde, CİA istasyon Şefi ve Türkiye sorumlusu Prof. Dr Henri BARKLEY
ile görüşmesine ne demeli!?...
Sayın KILIÇDAROĞLU nun, MHP lideri
Sayın Devlet BAHÇELİ yi de yanına çekmeye çalışmasına ne demeli!?...
Başbakan Yardımcısı Sayın Beşir
ATALAY, televizyonda, Kürt açılımının bir Amerikan projesi olduğunu
açıkladı.Peki şimdi soru şu:
Türkiye, Amerika Birleşik
Devletlerinin bir eyaleti mi ki,Siyasilerimiz bir yabancı devletin
istediklerini yapmak zorunda kalsın!?...
Birileri çıksın söylesin; Amerika bizi
tehdit mi ediyor, onlara teslim mi olcağız!?...
Bu noktada Siyasilere önerim şu:
Türkiye nin özellikle dışa karşı bağımsızlığını, hak ve menfaatlerini
koruyamayacak olanlar var ise, emaneti Millete teslim etsinler!...
DEMOKRASİNİN OLMADIĞI YERDE, YENİ BİR
LİDER YA DA DEVLET ADAMI ÇOK ZOR ÇIKAR.
Burada ki Demokrasi sözcüğünden kimse,
Hükümetin ve BDP nin kastettiği, ve
sonuçta Türkiye nin bölünmesine yol açabilecek, insan hak ve özgürlükleri gibi
bir anlam çıkarmasın! Benim anlatmak istediğim husus başka bir şey.
Öncelikle İktidar Partisi AKP yi ele
alalım
Seçim öncesinde, Milletvekili
adaylarını kim seçiyor; Başbakan seçiyor. Peki, Sayın Başbakanın uygun
görmediği, ya da istemediği bir kimse, Milletvekili olabilir mi; olamaz.Durum
böyle olunca, seçilen Milletvekilleri Mecliste, Sayın Başbakanın arzusu
dışında, kendi hür iradeleri ile,bir kanun değişikliği, ya da bir Anayasa
değişikliğinde hayır oyu kullanabilirler mi; bence kullanamazlar. Dolayısıyla
da, çıkartılan kanunların, ve yapılan Anayasa değişikliklerinin doğru olduğunu
da iddia edemeyiz, Demokrasiden de bahsedemeyiz.
Bu itibarla mevcut yapıyı,
demokrasinin gelişimine engel teşkil etiği, kaliteli insanların Meclise
girmesini sağlayamadığı gibi gerekçelerle noksanlıklar bulunan bir yapı olarak
değerlendirebiliriz. Onun için öncelikle Siyasi Partiler yasasının değişmesi
lazım.
Ayrıca Milletvekili olmanın şartları
daha da ağırlaştırılmalı, Yüksek Eğitim görme, bir konuda uzman olma, Devlet
İdaresinde çalışmış olmak gibi kaliteyi yükselten kıstaslar getirilmelidir.
Şu anda yaşadığımız çoğu sorunların,
seçilen Milletvekillerinde ve daha üst makamlara gelenlerde bu özelliklerin
bulunmamasından kaynaklandığını, daha önceleri müteaddit defalar yazdım
TÜRKİYE BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇMEMELİ,
SAYIN ERDOĞAN CUMHURBAŞKANI OLMAMALI
Türkiye Cumhuriyeti, 600 küsur Yıl
Padişahlıkla yönetilen Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması sonucu kurulmuş bir
devlettir.Bu itibarla geriye dönüşü sağlayacak Başkanlık sistemine asla
geçilmemelidir.Bu bizim insanımızın yapısına uygun bir sistem değildir.Bunu şu
anda yaşadığımız siyasi ortamla da ortaya koymak mümkün.
Şu anda idare şeklimiz Cumhuriyet, ve
sözde Halkın iradesi ile İktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi. Peki, temel
insan hak ve özgürlüklerinden bahsetmek mümkün mü? Hayır
Hükümeti, özellikle de,Başbakan Sayın
Tayyib ERDOĞAN ı eleştiren çoğu gazeteci içerde, gazete patronları tehdit altında
TSK mensubu çok sayıda emekli ya da
muvazzaf üst düzey komutan, Hükümeti devirmeye çalışıyorlar gerekçesi ile, yaka
paça tutuklanıp içeri atılıyor
TSK mensuplarına reva görülen bu
uygulama, çoğu insanımızın içini sızlatıyor.
TSK mensuplarının ERGENEKON, BALYOZ, 28
Şubat Muhtırası verdiler gibi tutuklama
nedenleri, aslında TSK nın irtica ile mücadele kapsamında yaptığı
çalışmalardır. Ama Hükümet böyle bir çalışmayı sonradan suç saydığı
anlaşılıytor.
Bu sebebten olmalı ki,Milli Güvenlik
Belgesinden irtica ile mücadele çıkartıldı. Yani Türkiye de irtica tehlikesi,
Hükümetin düşüncesine göre yokmuş.
Eğer bir iktidar değişikliğinde, bir
başka parti,bu seferde kendi ideolojileri dışında, başka kanunsuz işleri Milli
güvenlik Belgesinden çıkartırsa, halimiz nice olur?
PKK ile mücadele eden Türk Silahlı
Kuvvetleri TSK mensupları içeri
atılırken, Devleti, ve Anayasayı hançerleyen PKK mensuplarına ve onun
destekçisi olan BDP Millet vekillerine yasal işlem yapmamak, toleranslı
davranmak niye?
Bu uygulama PKK ile mücadele eden TSK mensuplarına, terörle
mücadele etmeyin demek değilse, acaba nedir!?...
Tabi ki, bu konuda yapılan
uygulamalarda, Amerika Birleşik Devletleri ABD nin demir, arzu ve isteklerinin
de etkin olduğu anlaşılıyor.
Deniz Feneri davasında zekat ve
yardım paralarını hortumladıkları gerekçesi ile RÜTÜK Başkanı Aykut Zahit AKMAN
ile, Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Zekeriya KARAMAN hapisten
kurtulurken, iddia nameyi hazırlayan ve bu kişieri tutuklatan Hakim ve Savcılar
görevden alındı, haklarında soruşturma açıldı. Adalet bunun neresinde!?
Milletvekili seçilen gazeteci Mustafa
BALBAY, Emekli Kor. General Sayın Engin ALAN ile, Prof. Dr. Mehmet HABERAL bir
yılı aşkındır içerdeler. Hani halkın iradesi vardı!?.....
Ama, Hizbullah İslami Terör
Örgütünün çeşitli öldürme olaylarına
katılmış hapisteki elebaşları, bir yolunu bulup, hapisten kurtarıldı.
Devletin her kademesinde görev alan
bürokratların, savcı ve hakimlerin, Milletvekillerinin ,çoğu vatandaşların
telefonları dinlenir oldu. Herkes büyük bir tedirginlik içerisinde. Demokrasi bunun neresinde!?...
Adı çeşitli yolsuzluk iddialarına
karışan Sayın Sadullah ERGİN Adalet Bakanı, Laiklik ve Cumhuriyet karşıtı
söylemleri ile dikkatleri çeken ve bilimde intihal yaptığı için
Profösörlük ünvanı geri alınan Sayın
Ömer DİNÇER Milli Eğitim Bakanı.!...Peki bunların yerine vukuatı olmayan biri
Bakan yapılamaz mı idıi?
Hani nerde kaldı, doğruluk dürüstlük,
bilene değer verme ve saygı!?...
Yargı sistemi Hükümetin isteği
doğrultusunda yapılan değişiklikler ile Kel Ali nin Bağına döndü; her şey
tarumar oldu. Ucu Hükümete dayanan davalarda, blok oy kullanma nedeni ile,
Adalet Mekanizmasına güven kalmadı.
4+4+4 Eğitim Yasası ile Milli Eğitim
sil baştan!?...Eğitimin siyasallaşması!?...
Peki, bütün bu standart dışı
uygulamalardan sonra, hangi mantıkla BAŞKANLIK SİSTEMİ!?...
Eğer, Başkanlık Sistemine geçilirse,
ve Başbakan Sayın Tayyib ERDOĞAN da Cumhurbaşkanı seçilirse, bu günleri de
mumla arar hale geleceğiz.
EĞER BAŞBAKAN SAYIN TAYYİB ERDOĞAN
CUMHURBAŞKANI OLMAK İSTİYORSA….
1-
İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı iken, hakkında düzenlenmiş dosya ile ilgili olarak,
dokunulmazlığını kaldırmalı, hakim karşısına çıktıktan ve aklandıktan sonra,
Cumhurbaşkanlığına aday olmalı
2-
Amerika
Birleşik Devletlerinin içinde Türkiye nin de bulunduğu, Orta Doğu ülkelerini
bölmeye parçalamaya yönelik projede BOP Eş Başkanlığı konusunda, Mecliste
soruşturma açılmalı. Bu kapsamda ABD nezdinde Türkiye adına ne gibi
taahhütlerde bulunduğunu açıklamalı.
3-
Başbakanlığı
döneminde yapytığı uygulamalarda, iç politika, dış politika, yabancılara
satılan arazi, gayri menkul ve satılan tüm Devlet Malları ile açılan
soruşturmada, soruları cevaplandırdıktan ve temize çıktıktan sonra,
Cumhurbaşkanlığına aday olmalıdır.
Benim
şahsi kanaatim ve naçizane önerim şudur.
Eğer
böyle bir soruşturma aşamasına girilirse, Başbakan Sayın Tayyib ERDOĞAN ın bu
yükün altından kalkacağı, kalkabileceği kanaatinde değilim. O nun için, böyle
bir niyetten şimdiden vazgeçmesinin daha yararlı olacağı kanaatindeyim.
Başbakan
Sayın Tayyib ERDOĞAN, 10 Yıldır Türkiye yi yönetiyor. Eğer, Cumhurbaşkanı
seçilirse,7ya da 14 Yıl daha Türkiye yi yönetecek demektir.O zaman ömür boyu
Türkiye nin başında kalmak istediği sonucu çıkarılabilir. Böyle bir
durumun Demokrasi ile uzaktan yakından
bir ilgisi yoktur.
Bu noktada şu hususu hatırlatmak, ve vurgu
yapmak istiyorum:
Lider,
zamanı geldiğinde çekilmesini bilen, yerine başkasını yetiştirip hazırlayan
demektir.
ğer
Ülkeyi yöneten bir siyasetçi, öldükten sonra, Yıllar geçse bile, yeni kuşaklar
tarafından, rahmetle, saygı ile anılıyorsa, Ülkesine kazandırdıkları
hafızalardan silinmemişse, o kişi Devlet Adamıdır. Saygılarımla, Anayurt
Gazetesi 17 Haziran 2012 Pazartesi
***
SİYASİLERİN
KALİTESİ VE DEVLET ADAMLIĞI-16
Mak. Yük. Müh Ahmet YALVAÇ
Sevgili Anayurt Okurları, geçtiğimiz 3
Hafta boyunca, Siyasilerin Kalitesi ve Devlet Adamlığı konusunu işledim. Bu gün
4 üncü hafta, Bu hafta da aynı konuyu incelemeye devam edeceğiz. Umarım
yazdıklarımla, sizlere faydalı oluyorumdur.
Bu gün, her konuda yaşadığımız sorunların,
siyasetle uğraşanların kalitesi ve Devlet Adamlığı vasfı ile doğrudan ilgili
olduğunu, bu vesile ile burada tekrar hatırlatmak istiyorum. Yaşadığımız,
karşılaştığımız olaylarında ışığı altında, örneklerle sorunların nedenlerini
ortaya koymaya, tahliller yapmaya , çalışıyorum Bu noktada, benim de Siz saygı
değer Okurlara bir istirhamım,bir önerim
var:
Eğer sizler, bu tahlil yazılarını
okuduktan sonra atmayıp, birilerinin de okumalarını sağlarsanız, Sizler de
Halkımızın; en azından bir kısmının aydınlatılması yönünde önemli bir görev
yapmış olursunuz Nedenini şöyle izah edebiliriz:
Bu gün, yazılı ve görsel basın, önemli
ölçüde Hükümetin baskısı ve tehdidi altında. Direnen gazete sahipleri ve
yazarlar ile, bazı Televizyon kanallarının sayıları, bir elin, ya da iki elin
parmaklarının sayısı kadar az. Bu gibi az sayıda yazılı ve görsel basının
sahiplerinin, bağımsız yayın yapmalarını, Hükümetle iş bağlantılarının
olmamasına bağlayabiliriz. Benzer yaklaşımı bazı Köşe Yazarları, ve Televizyon programcıları için
de söylemek mümkün. Bizim gibi insanların, çıkar sağlamak uğruna kimseden bir
beklentimiz yok. Yazılarımızı, ve eleştirilerimizi de Halkımıza yararlı olmak
açısından yazıyoruz. Kişisel olarak, kmseden alıp veremediğimiz bir şey de yok.
Bu böyle biline!
Bu gün, İktidar, ya da Cemaat yanlısı
bazı gazeteler, parasız olarak evlere kadar getiriliyor. Bunun Türkiye çapında
organize edildiğini göz önünde bulundurursanız, AKP nin İktidar olmasında,
bedava dağıtılan bu gibi gazetelerin, önemli bir katkısının olduğunu
görürsünüz.
Bu itibarla, sadece benim yazılarımı
değil, kendinizce önemli gördüğünüz, başka gazeteri ve başka yazarlarında
yorumlarını okuduktan sonra, gazeteyi atmayıp ta, başkalarının da okumalarını
sağlarsanız; bedava dağıtılan gazeteler aracılığı ile, yapılan bilgi
kirliliğine ve yanlış yönlendirmelere karşı, Sizlerde Ülkemiz ve Halkımız
adına, bir hizmet yapmış, katkı koymuş olursunuz,
Bu gün, yandaş diye
adlandırabileceğimiz, Hükümet yanlısı bazı gazete ve televizyonlar ile, aynı
paralelde yazan Köşe Yazarları ve Televizyon programcıları sayesinde, her sorun
çarpıtılarak anlatılıyor, Halkımız yanlış, ya da noksan bilgilendiriliyor. Yani
ortada bilerek, yanlış bir yönlendirme ile, bir bilgi kirliliği var. Amacımız,
bu yanlış bilgilendirme ve bilgi kirliliği karsısına, Halkımıza doğruları ve
işin aslını anlatabilmek.
Şu anda Dağlıca baskını ve 8 askerimizin
şehit edilmesi Türkiye nin gündeminde. Örnek olması açısından, yandaş bir
gazetenin bazı Köşe Yazarlarının bu konuyu Halkımıza nasıl yansıttığını,
Hükümetin Açılım- Saçılım politikaları ile nasıl bağdaştırdıklarını anlatmak
istiyorum Ama, asıl konuya girmeden
önce, bir iki hususa daha işaret etmek istiyorum.
Daha önceleri de söyledim, şimdi tekrar
hatırlatmak istiyorum Hükümet, kendi ihtiyaçları doğrultusunda ve gerek gördüğü
zaman, asıl sorunları gizlemek,
unutturmak maksadı ile, nerede ise her hafta yeni bir konu gündeme getirilip
oturtulmaktadır.Yeni bir gündem yaratma,Toplumu germe, her zaman sadece bizim
Siyasetçilerimiz tarafından değil, bazen de, başta Amerika Birleşik Devletleri
olmak üzere, bazı dış güçler tarafından yapılmaktadır.Sınır karakollarımızın
sık sık PKK militanları tarafından basılıp,askerlerimizin şehit edilmesi, bu
yüzden Böylece, ABD nin isteği doğrultusunda, bölücü bir Anayasa nın
hazırlanması konusunda, Hükümet zorlanmak isteniyor, Halkımıza ölümü gösterip
sıtmaya razı olmasını sağlamaya çalışıyorlar. Yandaş olan gazeteler ve
yazarları ile, Televizyonlarda, böyle bir amaca ulaşılmasında, katkı koymaya
çalışıyorlar.
2002
de,
PKK Terör örgü ve terör, bitme noktasına gelmişken, nasıl oluyorda, Adalet ve
Kalkınma Partisi AKP nin İktidara gelmesi ile zirve yapıyor, ve ülke bölünme
noktasına geliyor!?...Bunu, herkesin bilmesi ve anlaması lazım!
Sözde terör soırunu çözmek için, PKK nın
Yöneticileri ileri gizlice masa oturup pazarlık etmekle, onlara ödün vermekle,
terör sorunu çözülmez Terör, teröristle mücadele ederek önlenebilir.
Şimdilerde bazı siyasetçiler, örneğin Başbakan
Yardımcısı Sayın Bülent ARINÇ, dilinin altındaki baklayı nihayet çıkardı ve
sözde Kürt sorununun çözümü konusunda, PKK Lideri Abdullah ÖÇALAN ın cezasının,
ev hapsine dönüştürülebileceğini söyledi Sayın ARINÇ a yazıklar olsun!...
Tabi
böyle bir hususu daha önceleri BDP l iler ile, PKK Yöneticileri, ve bazı Köşe Yazarları da,
öneriyorlardı Şimdi koro tamamlandı.
Bu
gibi taleplerin önceden beri, Amerika Birleşik Devletlerinin talep ve arzusu
olduğunu, bu noktada tekrar hatırlatmış olalım
Hükümetin Toplumu sürekli germesinden, terörü
bir türlü önleyememesinden herkes rahatsız.Hiç kimse bu işin böyle devam
edeceğini, edebileceğini zannetmesin!...
Şimdi, STAR Gazetesinin 20 Haziran 2012
Çarşamba sayısında, Dağlıca baskınına ve Hükümetin Kürt açılımı konularına
nasıl bakıldığına geliyorum.
Burada, 2 Yazarın attıkları başlıklar
ile, yaptıkları yorum hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Yazarların
isimlerini söylemek o kadar önemli değil. Meseleye nasıl bakıldığı ve olayların
Halkımıza nasıl yansıtıldığı önemli.
Birinci başlık: Bu yazıyı Kürt
Kardeşlerim Okusun, ikinci başlık:Bir İzmiş Sanki gibi Ordusu.
Birinci yorumda, Kürt açılımı konusunda
Hükümetin bu güne kadar yaptığı çalışmalar bir şekilde övülüyor, destek
veriliyor, diğer yandan BDP lilerin ve PKK Temsilcilerinin artan terör olayları
ile,şözde Hükümet tarafından muhataplarına uzatılan Zeytin Dalı diye de
özetleyebileceğimiz barış sürecinin sabote edildiğine vurgu yapılıyor.
Sanki bir İzmiş Gibi Ordu başlığını
taşıyan yazıda ise, özetle şöyle deniliyor: Dağlıca baskını 4 üncü baskındır
Teröristler askerlerimize saldırdığında, Birliklere komuta eden subaylar, karşı
ateş için emir verecekleri yerde, bir üst subaydan onay bekledikleri, bu
meyanda, olanların olduğuna vurgu yapılmaktadır. Yani, elindeki bütün teknik
imkanlara karşın, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, PKK Terör Örgütü karşısında
etkili olamadığı, askerlerimizin ölmelerine vesile olunduğu vurgulanmak
istenmektedir.
Sürekli şehit vermemizin nedenleri
hakkında daha önceden de bazı duyumlar almıştım.Bu defasında da, kaldığım
yerden devam ettim, ve Güney Doğuda görev yapan bazı subayların yakınlarına bu
konuyu sordum. Bana söylenenler çok korkunç şeyler Yazarın söyledikleri
maalesef doğru, ama bu işin sorumlusu TSK mensupları değil
Deniliyor ki, bir Komutan, eğer PKK
saldırılarına anında cevap verir, PKK lı teröristler öldürülürse, ateş emrini
veren Komutan hakkında soruşturma açıldığı söyleniyor.
Tabi kimin kimden emir aldığı yukarı
doğru takip edilirse, işin ucu Hükümete kadar dayanır. Bu iddiaların doğruluk
derecesi bence çok yüksek.Basına sızan dış kaynaklı Wikeleaks, belgelerinde,
Oslo da PKK Yöneticileri ile yapılan müzakerelerde, bu yönde bir karar alındığı
anlaşılıyor.Yani PKK ile mücadele eden komutanlar, cezalandırılacak, görevden
alınacak..vs gibi şeyler.
Bu gün, Ergenekon, Balyoz,28 Şubat
Muhtıracıları gibi adlar altında, PKK ile mücadele eden ve ABD karşıtı çok
sayıda emekli, ya da muvazzaf üst düzey Komutanların, bir bahane ile, içeri
atıldığını göz önünde bulundurursanız, resmin tamamını görürsünüz
Halkımızın yapılmak istenen şeyi, bu
gibi örneklerden de görüp, anlaması lazım.
Dolayısı ile, önce bu iddianın
araştırılması lazım.
Bizim Halkımız, Askerini sever, ama her
şeye rağmen,yapılan taraflı yayınlardan dolayı, gerek üst düzey komutanların
tutuklanması sebeblerinde, gerekse Dağlıca baskınında ileri sürülen; birlik
komutanının PKK ya ateş emrini zamanında vermemesi gibi konularda, Türk Silahlı
Kuvvetlerine atılan çamurdan, düşük eğitimli vatandaşlarımızın çoğu, maalesef
inanmaktadır.Zaten asıl tehlike de burada!...
SAYIN MİLLET VEKİLLERİNE, VE SAYIN
GENEL KURMAY BAŞKANI NA BİR ÇAĞRI.
Öncelikle, Genelkurmay Başkanı Sayın
Orgeneral Necdet ÖZEL e:
1-Basında da yer aldığı üzere, Dağlıca
ya bu 4 üncü baskın deniliyor.Bu gibi yerlerde karakolların ve mevzilerin
güçlendirileceği yönünde haberler
yayınlanmış, bazı siyasi parti liderleri de buralara ziyarette bulunmuşlardı
Söz konusu karakollar ve mevziler,
söylenildiği gibi daha güvenli hale getirildi mi?
Getirilmedi ise, sebebi ne,yoksa
Hükümet, bu konuda ödenek ayırıp yardımcı olmadı mı?
2- Basında da yer aldığı üzere, bir
karakolun, 4 defa PKK lılar tarafından baskın yapılıp, askerlerimizin
ökdürülmesi olayı nasıl mümkün oluyor?
Bölgedeki dağlar 4000 askerle
tarandığı bir zamanda, PKK lıların sızıp karakolları basmaları nasıl mümkün
oluyor?
Acaba Amerikalılar, telsizlerimizin
sinyallerini bozup, radarlarımızı çalışmaz hale getirip,bölgeye
helikopterlerle, PKK militanlarını indirmiş olabilirler mi?
3-Bazı yazarların iddia ettikleri
gibi, mevzideki askerlere ateş açıldığında, birlik komutanının anında ateşe
karşılık vermeyip, daha yukardaki komutanından emir beklediği iddiaları doğru
mu?
4- Hükümet tarafından, TSK ya bu yönde
davranılması hususunda bir emir, ya da bir tavsiye kararı var mı dır?
Sayılarımız azda olsa, bizim gibi
yazarların gönlü, Türk Silahlı Kuvvetlerinden yanadır, TSK nın bu şekilde küçük
düşürülmesi, ona çamur atılmasından son derece üzüntü duyuyoruz. Milletimizin
büyük çoğunluğu da, bu olup bitenlerden son derece rahatsız.
Biz yazarlar,Ülkemizin, ve TSK nın bu
hale düşürülmesinde, bir nokta da, Halkımızın duygu ve düşüncelerini de
yansıtmaya çalışıyoruz.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Baş Komutanı
olarak, sizden talebimiz şudur:
Doğrudan televizyonlara çıkın, ya da
eskiden olduğu gibi, Karagahta bir basın toplantısı düzenleyip, olanları
anlatın, soruları cevaplayın!
Şimdi konuşmaz<sanız, ne zaman
konuşacaksınız!?...
Şimdi de Sayın Milletvekillerine
seslenmek istiyorum:
Sizler,yukarda yazdıklarımı, Sayın
Genelkurmay Başkanına sorduğum soruları okudunuz, okumadınızsa okuyun. Sizler,
Partileriniz farklı bile olsa, Meclise girdiğinizde, Vatanın ve Milletin birlik
ve beraberliğinin korunmasında, Demokratik Laik Cumhuriyet ilkelerine bağlı
kalacağınıza, namus ve şeref üzerine, Milletimiz önünde yemin ettiniz. Bu
ettiğiniz yemine,bir vatandaş olarak bağlı kalmanızı istiyoruz. Bu itibarla,
sizlerden de taleplerimiz şudur:
1-
Sayın
Genelkurmay Başkanına sorduğum soruların, takipçisi olun
2-
Yaşadığımız
bu sorunlarda, asıl suç, ya da ihmal nerde?
3-
Mecliste
bir önerge verilsin, kim ne biliyorsa, anlatsın!
4-
Eğer
işin ucu, Amerika ya mı, nereye dayanıyorsa dayansın; eğer,birileri bizi tehdit
ediyorsa, yada Milli güvenliğimiz tehlikede ise, Millet olarak, bunu bilelim,
gerekli önlemleri alalım!
5-
Bütün
bunları araştırıp, sebeblerini ortaya koymak; Milletin Vekilleri olarak,
herkesten önce sizlerin göreviniz.
YENİ ANAYASA ÇALIŞMALARI
İktidar
Partisi AKP nin, yeni Anayasa çalışmalarındaki tutumu ve ısrarı belli.Bu
Anayasa değişikliği ile aslında neyin amaçlandığı, Toplumun önemli bir kesimi
tarafından bilinir hale geldi. Asıl amaç, Türkiye nin üniter yapısını bozmak,
eyalet sistemine geçişe zemin hazırlamak, Kürt devletinin kurulmasına zemin
hazırlamak; sonuçta Türkiye den toprak koparmak.
Tabiî
ki, nihai hedefi bu olan, böyle bir Anayasanın hazırlanması ve nihayetinde
kabul edilmesi, öyle kolay bir iş değil.Onun içindir ki, İktidar Partisi AKP,
bu konuda Muhalefet Partisi Liderlerini yanına çekmeye çalışıyor.Şu anda CHP
Lideri Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU, AKP nin yanında yer almış durumda.Ama benim
kanaatim ve görünen husus şu:
Eğer
oylama aşamasına geline bilirse, iplerin bu aşamada kopacağı, kopabileceği
anlaşılıyor.Liderler kabul yolunda ısrar etseler bile, hayır oylarının daha
fazla olacağı yönünde görüşler yaygın.
Böyle
bir durumda, CHP ve AKP den ayrılacak bazı Milletvekillerinin bir siyasi oluşum
altında, bir grup oluşturacakları, yaygın bir kanaat.
Bu
hususu şöyle de izah edebiliriz:
Çoğu
Milletvekili, girdiği partiye ve liderine tamamen inanmasa bile, eğer bazı
hususlarda yakınlığı, ya da müşterek noktaları varsa, büyük ihtimalle ses
etmeyerek, liderden yana görünebilir, ve böylece Milletvekili seçilmiş
olabilir.
Halkın
yeni Anayasa hazırlanmasına soğuk bakması, maddelerine tepkili olduğunu da,
çoğu Milletvekilinin hesaba katması, yeniden seçilme arzusu ve milli duyguların
ağır basması gibi faktörlerden dolayı, aksi bir sonucun çıkması, söylediğim
üzere, yeni bir oluşumun meydana gelmesi, kuverle muhtemel.
1
Mart 2003 Teskeresinin, Hükümetin bütün ısrarlı çabalarına rağmen, Meclisten
geçirilememiş olmasını, kimsenin göz ardı etmemesi lazım.
Eğer
AKP tarafından başlatılan yeni Anayasa çalışmaları aksarsa, ya da, istenilen
değişiklikler Meclisten geçmezse, bu husus, AKP nin de sonu olabilir.
Yani önümüzdeki günler ve Ayların, Türkiye
ve Türk Siyaseti açısından çok kritik bir zaman dilimi olduğunu söyleyebiliriz.
Bu yazıyı tamamlamaya çalışırken,Malatya
dan kalkan bir F-4 savaş uçağımızın, Hatay ilimizin güneyinde, Suriye kara
sularına 8 Mil mesafede, Suriyeli askerler tarafından düşürüldüğünü öğrendik. 2
Pilotumuzun da kayıp olduğu söyleniyordu
Bu yazıyı okuduğunuzda, düşürülmenin
nasıl ve kimler tarafından yapıldığı, netlik kazanmış olacak. Umarım ki bu
durum, nasıl sonuçlanacağı belli olmayan Suriye bataklığına düşmemize neden
olmaz.
Bu konu da dahil, diğer vurguladığım
hususlar, Türkiye ve Türk Siyaseti açısından büyük ve önemli bir sınav. Umarım
ki, bu sınavı da başarı ile geçeriz. Saygılarımla,
(Anayurt Gazetesi 25 Haziran 2012 Pazartesi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder